Bir grup Alman inşaat işçisi Bulgaristan kırsalında hidroelektrik santrali altyapısı için çalışmaktadırlar. Aralarından Meinhardt, inşaat alanının yakınlarındaki bir Bulgar köyünün sakinleriyle yavaş yavaş filizlenen arkadaşlıklar kurmaya başlar. Bazı meseleler yüzünden karşı karşıya gelen Alman işçiler ve Bulgar köylüler, Meinhardt’ın bu yakınlaşmasını farklı yorumlarlar. Valeska Grisebach’ın yazıp yönettiği üçüncü filmi Western, vatanından uzaktaki Almanlar ve vatanından kopamamış Bulgarlar arasındaki yabancılaşmayı, bu yabancılaşmanın getirdiği bazı sorunları yalın bir üslupla ele alıyor. Medeniyet kelimesiyle özdeşleşmiş “batı” kavramını kendi içinde bu insani deneyimsizliklerle okumaya çalışan Grisebach, kendisine bu okumayı sağlaması için Meinhardt gibi western filmlerinde görsek garipsemeyeceğimiz bir karakter yaratıyor ve adeta reality çeker gibi onu izliyor.
Afganistan’da, Afrika’da savaşmış eski bir asker olduğunu, bir süre önce kaybettiği erkek kardeşi dışında bir akrabası kalmadığını öğrendiğimiz Meinhardt, az konuşan, durmadan sigara içen, türlü gizemli halleriyle, bıyığı ve gömlekleriyle tam bir yalnız kovboy görüntüsü veriyor. Bu yüzden söz konusu yabancılaşma sadece Almanlar ve Bulgarlar arasında değil, Meinhardt ve kendi iş arkadaşları arasında da kendini gösteriyor. Onun bu hallerini pek sevmiyorlar. Ama Meinhardt, bu yabancı olma halini kabullenmeyip ufak temaslarla köylülere yakınlaşıyor. Grisebach belki de sahneler boyu sürecek bu insani bağları sadece bir bölümle oluşturabiliyor. Arkadaşlarınız şaka olsun diye gece vakti sizi ıssızlığın ortasında bırakıp kaçarsa, sizi o durumdan hiç tanımadığınız, dilini bile bilmediğiniz yabancılar kurtarırsa bu yakınlaşmanın temelleri sağlam atılmış denebilir. O vakitte yolunu nasıl buldun diye soran arkadaşına “içimdeki pusula sayesinde” cevabını veren Meinhardt, film boyunca o pusulaya göre hareket ederek, kendi iş arkadaşları veya köylüler tarafından dışlanmayı kafasına takmadan canı ne isterse onu yapıyor.
Kırda rastladığı beyaz at ile kurduğu bağ sayesinde kovboy figürü iyice keskinleştirilen Meinhardt, bu ikonik yalnız kovboy ve Çehov karakteri karması konumuyla güven verdiği kadar, bulunduğu kırsalın gerçeklerinden kopmadan, o gerçeklerin kıyısından köşesinden bir parçası olma ısrarıyla gizemli kalmayı başarabilen bir adam. Almanya’da onu bekleyen birilerinin veya onu bağlayan maddi manevi sorumlulukların olmayışındaki özgürlüğü, onun bu çakma western ambiyansına karşı duyduğu aidiyet ve bağlanma duygularını güçlendiriyor. Masmavi gökyüzü, yemyeşil doğa, toz toprak, asil atlar ve ihtiyaçları haricinde yerelliğini modernize etmekten imtina eden köy ahalisi, nereye gidersek gidelim bize kendi kırsalımızı hatırlatmaktan, öze dönüşümüzü simgelemekten geri durmaz. Gitmesek bile o köy bizim köyümüzdür ya hani. Meinhardt da zar zor konuşup anlaşabildiği köy halkıyla, görür görmez sahiplenme ihtiyacı duyduğu beyaz atla, kendi iç pusulasıyla keşfettiği kendi kırsalıyla ruhu çekilmiş hayatının anlamını arayan özel bir karakter.
Yabancılarla iletişim kurma refleksleriyle, tepkileriyle, konukseverlikleriyle, müzikleriyle, iç dünyalarındaki yalnızlıklarına rağmen aileler ve komşular olarak hayata tutunuşlarıyla modernlikten içi çürümüş “batı”nın karşısında “western” olarak durabilen bu insanlarla gönül bağı kuran Meinhardt, batıdan gelmesine rağmen modern batı figürüne olan sessiz tepkisini bir western figürü olarak veriyor. Tabii temelde bu tepki, erkeklerin ağırlıkta olduğu bir filmdeki bu iç çekişmelere, maçoluğa, yabancılaşmaya olan hakimiyetiyle bir kadın olarak Valeska Grisebach’a ait. Anadolu’yu andıran (Bulgaristan’ın Blagoevgrad bölgesi) kır ortamına tezat oluşturan iş makinelerinin çirkin görüntüsü ve sesi arasında yalnızlığını anlamlandırmaya çalışan bir adamın insan, hayvan ve doğa ile temaslarındaki yalınlığı kelimelere fazla dökmeden sadeleştirebilen Grisebach, Meinhardt Neumann’ın karizmasından olduğu kadar hüzünlü duruşundan da çok iyi faydalanıyor. Toni Erdmann’ın senaryo danışmanlarından biri olması ile, sadece kendi senaryosunu yazması arasındaki fark, daha özdeşlik kurulabilir seviyelerde hissediliyor. “Toni Erdmann’ın yapımcılarından” şeklinde pazarlanmasına gerek kalmayacak kadar kendi ayakları üzerinde duran, yalın, hüzünlü, zaman zaman gergin, farklı suretlerde insanın özüne ziyaretler yapabilen bir film Western.
Osman Danacı
odanac@gmail.com