Daha çok dizi yapımcısı ve senaristi olarak bilinen Sherry White’ın, 1903-1970 yılları arasında yaşamış Kanadalı ev kadını ve resim sanatçısı Maud Lewis’in hayatından senaryolaştırdığı, İrlandalı yönetmen Aisling Walsh’ın yönettiği Maudie, Kanada/İrlanda ortak yapımı sade bir dram. Ama bu sadelik, sevimlilik hali Hacimli bir hüzün tabakasıyla güçlendirilmek suretiyle ekrana aktarılıyor. Maud Lewis’in hayatının dönüm noktası olan 30’lu yaşlarında başlayan film, öncesinde olanları daha sonra çeşitli şekillerde dile getirmek üzere balıkçı eşi Everett Lewis ile ilişkisi ve yeteneğini keşfetmesi üzerine odaklanıyor. Kanada’nın Nova Scotia’daki Marshalltown kasabasında teyzesi Ida ile yaşayan Maud, eklemlerde iltihap şeklinde meydana gelen romatizmal bir hastalık olan romatoid artrit (RA) rahatsızlığı sebebiyle yürüme ve konuşma güçlüğü çeken, yine de elden ayaktan düşmemiş çok pozitif bir kadın. Maud, birgün kasabanın marketine ev işlerinde yardımcı olacak bir kadın aradığına dair ilan bırakan Everett Lewis’i gördükten sonra sıkıcı hayatını renklendirmek adına bu ilana başvuruyor. Rahatsızlığı gereği ev işlerinde pek iyi olmaması, biraz da başına buyrukluğu nedeniyle onu mecburen işe alan Everett ile başlarda sorunlar yaşamasına rağmen yavaş yavaş ikili arasında bir bağ oluşmaya başlıyor.
Başlangıç noktası olarak bu ilişkiyi seçip merkezine koyan senaryo, Maud – Everett arasında kademe kademe kurduğu şeyi sakin ve duygusal bir tonla yürütüyor. Kaba saba Everett ile, içinde bir sanatçı ruhu taşıyan, fiziksel kırılganlığına karşın güçlü ve inatçı özelliklere sahip Maud, derme çatma küçücük evde aynı yatakta yatmak zorunda kalan iki zor karakter. Aralarında işçi-işveren ilişkisinin, özellikle Maud’un resme olan ilgisini keşfedip bu işten para kazanmaya kadar gidecek bir sürece girmesiyle bir bağlılığa dönüşmeye başlaması, evliliğe doğru yol alması, birbirine alışmış iki insanın samimiyetinden başka bir şey içermiyor. Bu sebeple gerçek hayattan uyarlanmış bir film olmasının birçok detayı filme de aynı samimiyetle yansıyor. Everett’in müşterilerinden biri olan Sandra’nın, Maud’un bu yeteneğini keşfetmesi üzerine onun hayatında çok şey değişeceğini düşünüyoruz. Kendi yaptığı kartpostallar, ahşap üzerine yaptığı rengarenk resimler onun ününü ülke sınırları dışına çıkarıyor. Televizyona bile çıkıyorlar. Ama kendi kendilerine yetmeleri, onların ihtiyacı olan tek şey. Zaten haber olduktan sonra bile hayatlarının değişmemesi, bundan rahatsızlık duymamaları da bunun göstergesi.
Zamanda yapılan hızlı atlamalarla kendini fazla dağıtmak istemeyen film, Lewis çiftinin rutinlerini, sevimli ve huysuz hallerini, yarenliklerini tıpkı o küçücük evleri gibi dar çerçevelerle anlatıyor. Ama Maud’un da söylediği gibi, tüm hayat zaten çerçevelenmiş. Resim yapma motivasyonunda önemli unsurlardan biri olan bu çerçeveleme, aslında o çerçevenin içindekiler kadar, dışında kalan her şeyin de bu hayata dair olduğu fikrine sahip çıkmanın, çizilenlerin çizilmeyenleri de kapsayabilen duygusal potansiyellerine inanmanın sembollerinden biridir. Maud’un sevdiği şeyi yapması, yeteneği ile ilham kaynağı oluşu, bunun yanında iç dünyasındaki yoğunluk nedeniyle verecek çok sevgisi olması onu hayatın farklı mevsimlerinden farklı sahnelerini çerçevelemeye teşvik ediyor. Ama ruhunun derinliklerinde sevilme ihtiyacının sürekli büyüdüğü gerçeği de var. Hastalığı, 30’lu yaşlarından önce bebeğini kaybetmiş olması, dominant Ida teyzesinin himayesinde kendini keşfedememesi gibi sebeplerle hep geride kaldığını hissettiği hayata bir yerlerden tutunma arzusu ona başarının kapılarını açıyor. Önce Everett için çalışıp bir işe yaradığını, sonra da zamanla onunla arasında oluşan bağ ile sevildiğini hissetmek istiyor. Resme olan kabiliyeti sayesinde her iki duyguyu da pekiştiriyor. Bunlardan daha fazlasını istemeyen harika bir kadın Maud Lewis.
Sally Hawkins, Maud Lewis rolüyle parlak kariyerinde canlandırdığı sıradışı ve derinlikli kadınlara bir yenisi daha eklemiş. Ethan Hawke ise bu önemli rol karşısında basit bir eşlikçi olmanın ötesine geçip, tecrübesiyle Maud’un yeni yaşamının şekillenmesindeki en önemli unsur olan Everett’in kaba görüntüsünün arkasındaki duygusal adamın ağır ama emin dönüşümünün üstesinden gelmiş. Başlarda nasıl olacağı merak konusu olan Hawkins – Hawke uyumu, senaryonun incelikli üslubu ve oyuncuların hakim performansları ile kıvamını bulmuş. Aisling Walsh da güçlü bir idare sergileyince, hele de görüntü yönetmeni Guy Godfree’nin gerek dar mekanlarda, gerekse Kanada’nın Newfoundland kırsalında elde ettiği zengin pastoral görüntüler de buna eklenince etkileyici unsurlar çoğalıyor. Ortama uygun ılık country melodileriyle hüznün ve huzurun resmini de yapan Maudie, zaman sıçramaları nedeniyle birtakım boşluklar oluştursa da, başarı üzerine yapılmış sıkıcı biyografilerden farklı olarak kendi halinde ve bu kendi halin güzelliklerini büyük oranda hayat arkadaşlığına uzanan duygusal birliktelik üzerinden görmeye çalışan bir film. Bireysel başarı figürü olarak Maud Lewis’in kişiliği kadar sanatını da kesinlikle önemseyen, ama bunu yersiz biçimde abartmayan, sanatın veya buna bağlı zanaatın yaşam üzerindeki etkileri hakkında farklı bir film aynı zamanda.
Osman Danacı