Gişe Memuru (2010) ve Sarmaşık (2015) sonrası üçüncü uzun metrajı Kelebekler’i yazıp yöneten Tolga Karaçelik, yine metaforlarla, kara mizahla, emprovize anlarla dolu bir filme adını yazdırıyor. Bir Karaçelik filmi olması zaten yeterli beklenti sebebiyken, bir de üzerine dünyanın en önemli bağımsız film festivali olan Sundance’te Dünya Sineması Büyük Jüri Ödülü kazanan Kelebekler, aile komedisi, yol filmi, eve dönüş ve geçmişle hesaplaşma dramı arasında mekik dokuyan bir yapım. Fon desteği almadan 18 günde çekilmiş bir film olması itibariyle yaşadığı tür dağınıklığı kendini belli ediyor. Ayrıca üç farklı karakteri benimsetip birbirlerine ve yaşadıkları olaylar zincirine adapte etme gibi zor bir amacı elinden geldiğince, imkanları el verdiğince yerine getirmeye çalışıyor. Netice aldığı kadar alamadığı noktalar da mevcut. Ana akımdan, festival unsurlarından, ikisinin arasında seyreden absürt mizahtan besleniyor. Sarmaşık gibi diri bir gerginliğin ardından daha hafif, naif ve sevimli anlar yaratan karakterde. Öne sürdüklerini oluruna bırakmak, hafif komedi çapında fazla ciddiye almamak, ama bu kategoriye soktuğunuzda da başka türlü eleştiriler getirmek icap eden bir film.
Almanya’da astronotluk yap(amay)an Cemal, babasından aldığı telefon üzerine kardeşleri olan öğretmen Suzan ve bir türlü yırtamamış dizi oyuncusu Kenan’ı da alarak Milas’taki Hasanlar Köyü’ne gitmek üzere harekete geçiyor. Karakterleri yolculuk öncesinde tanıtmak için fazla özenmeyen senaryo, Cemal’in bir türlü mesleğini icra edemeyişinden, Suzan’ın partneri (ki onu Tolga Karaçelik canlandırıyor) ile arasındaki iletişimsizlikten, Kenan’ın şöhreti yakalayamamış oyuncu bezginliğinden kısaca dem vuruyor. Ufak tefek nazlanmalar sonucunda çıkılan yoldan da, pavyon bölümü haricinde fazla malzeme üretilmiyor. Yine de karakterlere ısınmak açısından faydalı küçük dokunuşlar mevcut. Ne zaman ki Hasanlar’a varıyorlar, komedi ve dramın iç içe geçtiği, zaman zaman birbirlerini itelercesine ön plana çıkmak için çabaladıkları bir film izlemeye başlıyoruz. Patlayan tavuklar, kafasındaki deli sorularla ateizme yelken açmış bir imam, bu imama gıcık olan yurdum insanı muhtar, yağmur bekleyen köy ahalisi ve çocuklarını çağırdıktan birkaç gün sonra ölmüş olan baba. Babalarını görmek için gelip onun cenazesiyle karşılaşan üç kardeşin doğdukları ev ve buradaki anıları ile yüzleşmeleri üzerinden malzemesi iyi bir “öze dönüş” dramının inşası başlıyor.
Küçükken anneleri ile alakalı yaşadıkları trajedinin ve babalarından ayrılmak durumunda kalmanın gölgesinde filizlenen üç farklı yüzleşme, önce yağmur biriktiren bulutlar gibi yavaş yavaş potansiyel yükleniyor. Özellikle bunlar yaşanırken çok küçük olan Suzan’ın ebeveynlerini hatırlama güçlüğü çekmesiyle yaşadığı sıkıntı ona ekstra dramatik bir boyut ekliyor. Babalarının vasiyeti gereği kelebekler geldikten sonra gömülmek istemesi üzerine bekleme sürecine giren kardeşlerin yıllar sonra farklı yaş ve hayat görüşleriyle önce yolculuk yapmaları, sonra aynı evde buluşmaları, uzun ve özenilmiş bir senaryoda fevkalade sıkıcı ve yapay diyaloglara sebebiyet verebilirdi. Oysa Tolga Karaçelik az ama öz fikirlerle bu boğucu olması beklenen atmosferi filtrelemeyi, ondan sevimlilik, huzur, mutluluk üretmeyi başarıyor. Suzan ve Kenan’ın gece kapı önündeki konuşma sahnesi, kardeşlerin “Gidelim Buralardan” ile şenlenen bahçedeki rakı sofrası bölümü gibi anların bu filme çok gerekli olduğunun bilincinde. Sonra o yağmur biriktirmiş bulutlar, mezar başında kelebeklerle birlikte öfke patlamaları şeklinde yağıyor. Uzun süre cebimizde tuttuğumuz, ölen babanın masalları andıran gizemdeki vasiyetinin ortaya çıkmasıyla ne diyeceğimizi bilemez halde, suratımızda tuhaf bir gülümsemeyle hayatın normal akışına kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Tolga Tekin, Bartu Küçükçağlayan ve Tuğçe Altuğ üçlüsünün sürüklediği Kelebekler, bu oyuncuların performansları yönünden en ufak bir sıkıntı yaşamıyor. Ama girişte onları büyük şehir hayatında yol bulmaya çalışan bireyler olarak daha derli toplu bir tanıtım düşünülse, gelişme bölümünde yolculuk kısmı biraz daha uzun tutulup renklendirilse filmin aceleye gelmiş havası biraz olsun dağıtılabilirdi. Ama şu haliyle bile hedeflediği birçok duyguyu seyirciye geçirebilmeyi başarmış bir yerli sinema örneği. Zaten Sundance’in filmi bu kadar sevmesinin ardında az da olsa Amerikan tarzı yol, eve dönüş, geçmişle yüzleşme kronolojisinin sade pratiği yatıyor olabilir. Bu pratiği spontane bir yerellikle bütünleştiren Karaçelik, Sarmaşık’taki sarmaşıklar ve salyangozlar, burada da tavuklar ve kelebekler üzerinden yaptığı serbest çağrışımları alametifarikası haline getirdiğini ilan ediyor adeta. Serkan Keskin muhtar rolüyle gayet eğlenceli. Fakat köyün şüphelerle boğuşan imamı olarak izlediğimiz, Şarmaşık’taki Nadir rolüyle de çok iyi bir performans ortaya koyan Hakan Karsak, bu trajikomik ve özel role hakkını veriyor. Filmin Sundance, Bükreş, İstanbul, Ankara festivallerindeki başarısı sonrası Tolga Karaçelik’in ufuktaki projelerinde daha güçlü bir maddi destekle, daha geniş bir zamana yayılan çekim sürecine sahip olmasını, daha eli yüzü düzgün bir sinematografi ve müzik kullanımıyla salonlarda yer almasını ümit ediyoruz.
Osman Danacı