The Place adlı bir kafenin bir köşesinde her gün tek başına oturan gizemli bir adam, kendisini ziyaret eden insanlarla dilek anlaşması yapmaktadır. Bu adamın karşısına oturan kişi, ona dileğini söylemekte, adam da önündeki kalın defterden bu dileğin karşılığında ne yapması gerektiğini ona söylemektedir. Dilek sahipleri, şayet dileklerinin gerçekleşmesini istiyorlarsa kendilerinden istenen ne olursa olsun yapmak ve bu adama ayrıntıları anlatmak durumundadırlar. Ama yapamayacak olurlarsa da istedikleri zaman vazgeçebilir, anlaşmayı bozabilirler. Tabii bu durumda diledikleri de gerçekleşmeyecektir. Ölümcül hasta oğlunu hayata döndürmek isteyen bir baba, Alzheimer hastası eşini sağlığına kavuşturmak isteyen yaşlı bir kadın, güzel görünmek isteyen bir başka kadın, hayranı olduğu bir model ile bir gece geçirmek isteyen bir tamirci, yeniden görmek isteyen görme engelli bir genç, kaybetmeye başladığını hissettiği tanrı sevgisini yeniden hissetmek isteyen bir rahibe, kocasının ilgisini tekrar kazanmak isteyen bir kadın, çalıntı parayı geri almak isteyen bir polis, babasının hayatından çıkmasını istediği bir başka adam için kalın defterine bakıp alakasız, zor ve tehlikeli görevler veren bu dilekçi, gelişmeleri onların ağzından ayrıntılarıyla duymak, neler hissettiklerini öğrenmek istemektedir.
Aralarında Paolo Genovese’nin de olduğu beş senarist, 2016 yılında Perfetti Sconosciuti adında öyle bir senaryo yazdılar ki, Perfectos desconocidos (İspanya 2016), Cebimdeki Yabancı (Türkiye 2018), Le jeu (Fransa 2018), Wanbyeokhan tain (Güney Kore 2018) gibi yeniden çevrimler peşpeşe geldi. Gerçekten ilham verici, çok boyutlu, mizahı ve dramı şaşırtıcı bir hızla birleştirebilen bu tek mekan senaryosunu bu farklı ülke sinemacıları tekrar elden geçirmek istediler. Tabii hiçbiri Perfetti Sconosciuti kadar kaliteli ve vurucu olamadı. İşte o Genovese, bu defa New Yorklu oyuncu/senarist Christopher Kubasik’in orijinal hikayesinden uyarlayarak Isabella Aguilar ile birlikte senaryosunu yazdığı The Place’i yönetiyor. Yine tek mekan, yine bir grup karakter üzerinden verilen çeşitli mesajlar. Fakat bu defa fantastik bir çıkış noktasıyla çaresiz insanların dileklerini gerçekleştirmek üzere görevlendirilmiş (ki kendisi tek karar merci olmadığını, aracı olduğunu ima ediyor) bir adamın, karşısına oturanlara imkansız görünen, tehlikeli, merhametsiz görevler vermesiyle gelişen farklı olaylar duyuyoruz. Duyuyoruz çünkü sadece bu insanların aldıkları görevleri ifa ederken yaşadıklarını görmüyor, kendi ağızlarından öğreniyoruz. Bu da onların yaşadıklarını zihnimizde canlandırma yönünde bir efor gerektiriyor.
İstekler ve onların karşılığında kalabalık bir mekana bomba yerleştirme, küçük bir kız çocuğunu kaçırma, hırsızlık yapma, tecavüz etme, bir suçu örtbas etme, bir çifti ayırma, birini dövme gibi yapılması istenen acımasız görevler, şüphesiz filmi çok ilginç kılıyor. Karakterler, bu melek veya şeytan temsilcisi gibi davranan adamın karşısına oturup yaptıklarını anlattıkça olayların gözümüzde canlanması yine senaryo başarısı olarak göze çarpıyor. Perfetti Sconosciuti de parlak senaryosuyla olaydan olaya, kişiden kişiye atlayarak müthiş bir bütünlük sağlıyordu. Benzer bir formülün tekrarlandığı söylenebilir. Ancak o filmdeki mizah ve dram arası yumuşak geçişleri The Place’te görmek pek mümkün olmuyor. Mizaha pek yüz veremeyen senaryo, bu kez farklı dramlar arası seri geçişlerle belli bir bütünlük ve akıcılık sağlıyor. Başlarda birbirinden alakasız olay ve karakterler, yavaş yavaş birbiriyle ilişkilendirilmeye, kesişen hayatlara dönüşmeye başlayınca seyir biraz daha ilginçleşiyor. Tabii bu kesişmelerin daha üst makamlarca ayarlandığına dair teorilere de kapı açıyor Genovese. Yaptığımız seçimler, yüzleşmek zorunda kaldığımız vicdanımız, kendimize ve başkalarına bakışımızın ne derece değişebileceğine dair ihtimaller, rahata erebilmek için ödememiz gereken bedeller ve daha bir sürü ayrıntı üzerine düşünce alanları yaratıyor.
Ne var ki altına girdiği bu kalabalığı tempolu ve sürekli değişen bir işleyişle ele alırken odağını sürekli gizli tutuyor. Daha çok ilişkilere odaklanan, farklı suretleri bu odak noktası etrafında şekillendiren Perfetti Sconosciuti’nin aksine, merkezinde tanrı, mesih, melek, şeytan ne olduğu tam olarak bilinmeyen bir adamın insanlara umut dağıtması, karşılığında da onları vicdani ikilemlere düşürecek görevler belirlemesi kalabalığından insani mesajlar peydahlıyor. İstekler ve onların karşılığında adamın verdiği görevler arasındaki tutarsızlık, karakter kesişimleriyle tutarlı hale getirilmeye çalışılsa da, bunu 1 saat 45 dakikalık bir uzun metraja yerleştirmek aceleciliğe yol açıyor. Belki de bu sayede ucu açık biçimde seyircinin kollarına bırakılan finalin kolaycılığı filmin bütününe yakışmıyor. Tek mekandan çıkarılıp her karakteri ayrı ayrı masaya yatıran dizi bölümleri şeklindeki bir tasarım, bu fikri daha uzun soluklu bir fenomene dönüştürebilirdi. Üstelik karşılığını aldıktan sonra dilekleri gerçekleştiren bu adamın gizemini daha geniş biçimde teorilere malzeme yapabilirdi. Yine de The Place, tek mekan filmler arasında tavsiye edilebilecek kalitede bir film oluşu, başarılı oyunculuklar ve Perfetti Sconosciuti gibi anlık konudan konuya geçişlerdeki etkin hamleler nedeniyle ilgiyi hak eden ana akım örneklerinden biri.
Osman Danacı