Céline Sciamma’nın yazıp yönettiği Portrait de la jeune fille en feu, 18. yüzyılda ressam Marianne’e, manastırdan henüz çıkan ve evlenmek üzere olan genç Héloïse’in portresinin sipariş edilmesiyle başlayan ilişkinin iniş çıkışlarını son derece zarif bir üslupla işleyen bir melodram. Ancak önceki başarısız girişimler sonrası portresinin yapılmasını istemeyen Héloïse, kızkardeşinin intiharı ve İtalya’ya isteksizce gelin gidecek olması nedeniyle bunalımdadır. Annesinin isteği üzerine Marianne bu portreyi Héloïse’dan habersiz çizmek, malikaneye de Héloïse’in yürüyüşlerine eşlik etmesi için alınmış gibi yapmak zorunda kalır. Bu sayede güzel Héloïse’i daha yakından inceleme, yürüyüşler sonrası gizlice çalışmaya devam ettiği portresi için malzeme toplama fırsatı bulur. Ama bu yürüyüşler ve incelemeler, iki kadının birbirlerine yakınlaşmalarına neden olur. Zor ve tutkulu bir aşk hikayesi için elinde her türlü materyal bulunan Céline Sciamma, bunları o kadar yoğun, ama bir o kadar da itidalli kullanıyor ki, hikayeyi kendi kitabı, perdeyi de adeta kendi tuvali haline getiriyor. Tutkularını bastırmış ya da tuvallerine akıtmış Marianne ve öfkesini bastırmış ya da onunla mücadeleyi bırakmış Héloïse’in artık bir şeyleri bastırmak zorunda kalmayacakları kısa ve büyüleyici bir evreye tanık oluyoruz.
Sciamma, hiç acele etmeden dantel gibi işlediği hikayesine resim sanatının inceliklerini de katarak elit bir ton belirliyor. Ama o elitlik içerisinde tevazusundan ödün vermeyen abartısız bir olgunluk da mevcut. Başlarda Marianne’in bakışlarından huylanan, kendini açmaktan imtina eden Héloïse ve bu soylu genç kadının zarifliğinden, gizeminden, cazibesinden etkilenen Marianne arasında gelişen etkileşim, kendini o kadar güzel, o kadar reel, aynı zamanda şiirsel biçimde ortaya çıkarıyor ki, onların bu etkilenimleri, kaliteli melodram seyircisine çok kolay geçebiliyor. Hatta film seyircisiyle adeta flörtleşiyor. Bir 18. yüzyıl tablosundan çıkmış kadar güzel iki kadının romantik ve erotik zarafetleri ekrandan taştıkça o tutkuya ortak olmamak güçleşiyor. Gerek aralarında geçen diyaloglar, gerekse konuşmadıkları anlarda yudumlanan cinsel çekim, ayrıntılarda gizli veya saklı her şeyi bu ilişkinin doğallığında inandırıcı kılıyor. Malikanenin tek hizmetçisi genç Sophie’nin ve onun istem dışı hamileliğinin iki kadını birleştirici etkisi, az da olsa hikayenin monoton bir döngüye girmesini önlüyor. Ama bu ilave olmasa dahi, Sciamma’nın bu ilişkiye verdiği değerde azalma olmayacağına, monotonlaşmamak için gerekli önlemleri alacağına dair verdiği güven de hep yanı başımızda duruyor.
Filmin yumuşak dokusunu bir miktar sarsıp, devamında duygusal yenilenme, zaten var olan tutkuyu güçlendirme adına bir çatışma ihtiyacı duyan Sciamma, ne Héloïse’in kontes annesinden, ne bir erkekten, ne de uydurma bir antagonistten medet umuyor. Yine o çatışmayı iki kadın ve içinde birbirlerine duydukları sevginin yeşerdiği çıkmazdan yaratmak suretiyle kendini dağıtmıyor. Döneme istinaden “yasak aşk”, “imkansız aşk” zorluğunu, çoğu LGBT yapımda hissettirildiği üzere toplumsal kabullenemeyişin çetrefilliğinden hüzün biçerek tasvir ediyor. İki asıl, iki de yan kadın karakterle her şeyini anlatabiliyor. İzole bir bölgede, sessiz bir malikanede, huzur veren bir sakinlik içinde iki kadının yüreğindeki fırtınayı çok daha rahat anlatabiliyor. Bir kitabın 28. sayfasını, bir aynayı, ateş başında bir kadın korosu tarafından seslendirilen harikulade akapella şarkıyı, Vivaldi’yi Portrait de la jeune fille en feu adlı tablosuna tutku dolu fırça darbeleriyle işliyor Sciamma… Hatta Marianne, Héloïse ve Sophie’nin gece okudukları Orpheus ve Euridice’in trajik hikayesini de bu tablonun bir köşesine ustalıkla ekleyerek kendi küçük mitine yansımasını inceliyor.
Hikayeye göre birbirini çok seven Orpheus ve Euridice’in düğün günlerinde Euridice’in bir yılan tarafından ısırılıp öldürülmesinden sonra Orpheus hayatının aşkını geri getirmek için Ölüler Diyarı’na (Underworld) giderek tanrıları ikna etmek ister. Onlar da Orpheus’u sevdiklerinden, eşinin özgürlüğüne bir şartla razı olurlar: Orpheus Ölüler Diyarı’ndan ayrılırken Euridice ardından gelecek, yeryüzüne çıkana dek Orpheus eşine dönüp bakmayacaktır. Orpheus yeryüzüne doğru yürüdükçe içindeki şüphe onu sarar ve daha fazla dayanamayıp eşine dönüp bakar. Euridice ile bir saniyeliğine göz göze geldiğinde Euridice hızla gözden kaybolur ve yeniden Diyar’da hapsolur. Orpheus eşini sonsuza dek kaybetmiştir. Sophie, Orpheus’un bu davranışını sabırsız ve aptalca bulurken Héloïse, hayatının aşkını daha önce bir kez kaybeden Orpheus’un onu kaybetme riskini göze alarak tekrar yüzünü görmek istemesi yüzünden bu seçimini şiirsel buluyor. Onun bu ana değer verişinden, ne kadar güzel ve unutulmaz olursa olsun yaşananları hep öyle bırakıp hatıralarda bırakma fikrine yakın durmasından bazı çıkarımlar yapmak mümkün. Kısa bir süreliğine birbirlerinin hayatına dahil olan, o kısa süreye narin detaylarla örülü ömür boyu unutamayacakları bir ilişki sığdıran Marianne ve Héloïse’in, Orpheus ve Euridice’in birbirlerini ikinci seferde sonsuza kadar kaybettikleri o bir saniyelik bakışma anını andıran beraberlikleri içinde gerçek bir sanat taşıyor.
Noémie Merlant (Marianne) ve Adèle Haenel’in (Héloïse) canlandırdığı bu iki kadının kalp kıran ilişkisi, tıpkı filmin genelinde Sciamma’nın benimsediği anlatım gibi bu oyuncuların nüanslarla dolu performanslarında, vücut dillerinde kendini kolayca ifade ediyor. Babasının da bir ressam olduğu bilgisi dışında geçmişi meçhul Marianne’in özgürlüğü ile, manastır disiplininden kurulduktan sonra bu kez tanımadığı bir adamla evlendirilecek olan soylu Héloïse’in tutsaklığından doğan, alev alması kaçınılmaz güzel bir tabloyu andıran Portrait Of A Lady On Fire, Claire Mathon’un sinematografisine de çok şey borçlu. Ama önceki üç filmi Naissance des pieuvres (2007), Tomboy (2011) ve Girlhood’da (2014) olduğu gibi kadının toplumsal ve cinsel konumlanışına yönelik sürekli yaratıcılık peşinde bir dram anlayışına sahip Céline Sciamma, dördüncü ve en iyi uzun metrajı Portrait de la jeune fille en feu sayesinde Avrupa sinemasının en güçlü kadın simalarından biri olduğunu kanıtlayarak, yeni filmlerini merakla bekleyeceğimiz isimler arasına katılıyor.
Osman Danacı