Ana sayfa 2010'lar 2019 The Two Popes

The Two Popes

419
0

The Theory Of Everything, Darkest Hour, Bohemian Rhapsody biyografilerinin senaryolaştıran Anthony McCarten’in yazdığı, Cidade de Deus ve The Constant Gardener gibi iki harika filmden sonra bir türlü üstüne başka harikalar ekleyemeyen Brezilyalı Fernando Meirelles’in yönettiği The Two Popes, 13 Mart 2013’te 115 kardinal arasından papa olarak seçilen Arjantinli Kardinal Jorge Bergoglio’nun (Papa Francis) seçilme sürecini, bu süreç esnasında papalık görevinde bulunan Alman Kardinal Ratzinger (Papa Benedict) ile yaşadıklarını konu alıyor. Yolsuzluk ve taciz skandallarıyla boğuşan Katolik Kilisesi’nin yanlış politikalarıyla ilgili şikayetleri olan Kardinal Bergoglio (Jonathan Pryce), 2012 yılında Papa Benedict’e (Anthony Hopkins) emekli olma isteğini belirtmiştir. Papa seçildiği son seçimde kendisinden sonra en çok oyu alan Bergoglio’nun bu isteğinin toplumda farklı algılanacağını düşünen, aynı zamanda skandallardan ve suçluluk duygusundan bunalan Papa Benedict, kendisine muhalif olan gelecekteki halefini çağırır. Farklı karakterlerdeki bu iki adam, ortak paydalarda buluşmak, toplumdaki inanç şüphelerini azaltmak ve Katolik Kilisesi’nin itibarını güçlendirmek için önce birbirleriyle ve fikirleriyle yüzleşmek durumundadırlar.

Vatikan’ın mali işlerinden sorumlu kişi ve kurumların yolsuzlukları, taciz/tecavüz vakalarının sorumlularının cezalandırılmak ve meslekten el çektirilmek yerine gözden uzak başka kiliselere tayin edilmeleri (bu konuda 2006 tarihli Amy Berg belgeseli Deliver Us From Evil mutlaka görülmeli), eşcinsellik karşıtlığı, ırkçılık, yobazlık, çevre kirliliği gibi global meselelerde pasif kalınması, ötekileştirmenin artması, bu yüzden dine, kiliseye, tanrının varlığına olan inancın sarsılması gibi sorunlardan rahatsızlık duyan vicdanların sesi olarak Kardinal Bergoglio’nun gösterilmesi ironisi bir kenara bırakılabilirse, belli bazı noktalarda filmden keyif almak mümkün. Üstelik Arjantin’in son askeri hükümetinin iktidarda olduğu 1976-1983 yılları arasında siyasi muhaliflere karşı kanlı operasyonların yürütüldüğü cunta döneminde rahiplik yapan Bergoglio’nun bu dönemine de siyah beyaz geri dönüşler yapan film, eski papanın vicdan muhasebesini aklamak istediği gibi, bu son papayı kamuoyuna biraz daha yakınlaştırmayı da hedeflemiş denebilir. Yine de Pope Francis: A Man Of His Word gibi ucuz bir Wim Wenders güzellemesinden farklı olarak Francis’i reform arzusundaki bir muhalif gibi kullanabiliyor.

The Two Popes, halef-selef arasındaki fikir ayrılıklarının yarattığı akıcı, sorgulayıcı, dinamik diyaloglardan ve bu diyalogları hayata geçiren Anthony Hopkins ve Jonathan Pryce’ın tecrübelerinden güç alan bir film. Hatta tek cazibe noktası bu denebilir. Dünyanın en saygın ve en boş makamlarını işgal eden bu din adamlarının “ruhani lider” oluşlarındaki temel mantığın sorgulanması gerekliliğinden millerce uzakta, vicdan, dürüstlük, bağışlama, modernlik timsali olarak gösterilmeleri, “bakın kendi sistemlerini bile en tepeden eleştirebiliyorlar” romantizmine yaslanmış görünüyor. Futboldan, müzikten, yemeklerden konuşan bu liderlerin tonton duruşlarının perde arkasında yüzlerce, binlerce insana aşamayacakları travmalar yaşatmış uygulamaların, uygulamalara göz yummanın alçaklığı duruyor. Film de senarist Anthony McCarten’in bu adamlara fırsat tanıdığı bir günah çıkarma seansından öteye gitmiyor. Kaldı ki o seanslar da dönüp dolaşıp “geçmişte öyle hatalar oldu, gelecekte olmasın” basitliğine sığınıyor. “Asıl tehlike bu duvarların içinde”, “Merhamet, duvarları yıkan dinamittir” “, “Değişmek ve ödün vermek aynı şey değildir”, “Köprülere ihtiyacımız var, duvarlara değil”, hele de en ironik olanı “İtiraf, günahkarın ruhunu temizler, kurbana bir faydası yoktur” gibi beylik laflar da boş atıp dolu tutan aforizmalar olarak kalıyor.

 

Osman Danacı

odanac@gmail.com

Twitter

Önceki makalePortrait of a Lady on Fire
Sonraki makale18. Filmmor Kadın Filmleri Festivali Başlıyor
İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu. Sinema, müzik ve edebiyat, ilgi alanı olmaktan öteye geçmiş, yaşam biçimi olmuş. Geçmişinde radyo programı, bir gazetenin Pazar ekinde albüm eleştirmenliği ve amatör fotoğrafçılık yapmışlığı var. Öğrenciyken Shakespeare, Wordsworth, Austen, Hardy, Lawrence okumanın, Virginia Woolf üzerine bitirme tezi vermenin, önüne gelen her albümü dinlemenin, özellikle 80'leri ve 90'ları türlü komikliği ve dramatikliğiyle yaşamanın sonucu doğan yazma ihtiyacını sinema ve müziğin bünyesinde anlamlandırmaya çalışıyor.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here