Ana sayfa 1990'lar 1996 Sen de Gitme

Sen de Gitme

444
0

“Güzeller güzelidir benim güzelim. Güzel gülenlerin en güzelidir.

Güzellerin güzel yüzlü güzelidir. Güzelim benim. Güzelim, güzelim, güzelim…”

Köşklerinde çalışan Türk kahya yani Işık Yenersu tarafından hayat bulan Sultan karakteri işte böyle sever sorumlu olduğu Triyandafilis’i. Tüm derdi evden kaçmak olan Triyandafilis, küçük yaştaki ikiz kardeşlerinden bile daha masum sayılabilecek bir yapıya sahiptir. Çevresinde gelişen olayları, en çok da kötü olayları, çoğu zaman idrak etmekte güçlük yaşayan, kimsenin cesaret edemediği soruları bir çırpıda soran, kendine mahsus el değmemiş bir yüreğe sahip bir kızcağızdır. Triandafilis Antakya’nın İskenderun bölgesinde yaşayan Rum bir ailenin ikinci kızıdır. Üvey ablası (Alexia), ikiz kardeşleri (Niko, Elenia), Annesi (Theodore), Babası (Antuan), evin kahyası (Sultan), Sultan’ın eşi (Adem) ve köşkün diğer çalışanları ile yaşamaktadır. Babası Antuan, eşiyle anlaşmakta sorun yaşayan, halihazırda süren savaşı dert edinmiş, kızı Triandafilis’in evden kaçmasından fena halde korkan, kendi içinde çıkışsızlıkları olan, Fransız ordusuna mal satarak zamanına göre maddi üstünlüğe sahip bir tüccardır. Antuan, Triandafilis’i tek koruyabilen kişinin Sultan olduğunun farkındadır. Bu yüzden ona minnet duyar. Eşi Theodore ise yaşadığı şehirden memnun olmayıp orayı bayağı bulan, yapacağı tek uğraşın uyku olduğunu öne süren ve çocuklarına belli belirsiz vakitler ayırmakla yetinen biridir. En büyük kızları Alexia Theodora’nın Antuan’la evlenmeden önceki sevgilisiyle olan ilişkisinden olduğu için tartışmalarında sıkça adı geçer. Alexia ise durumunun farkında olması hasebiyle, öç almak istercesine kız kardeşi Triandafilis’in evden kaçması için her fırsatta kapıları açık bırakır. İkiz kardeşler Niko ve Elenia, çocuk olmalarından ileri gelen bir dürtüyle Triandafilis ile dalga geçmeyi bir oyun haline getirmişlerdir. Evin yardımcısı Sultan, neredeyse köşkteki tüm işlerden ve en çok da tarifsiz bir şekilde belki de çocuk sahibi olmadığı/olamadığı için çocuğu yerine koyduğu Triandafilis’ten sorumlu, onu annesi ve babasından daha fazla gözeten kişidir.

Film, Ayla Kutlu’nun aynı adlı kitabında yer alan dokuz öyküden ilk öykünün uyarlamasıdır. Kutlu, kitaplarında kendi doğduğu Antakya yöresine has bir anlatı biçimi geliştirmiş, hikayelerinde çoğunlukla kadın karakterlere yer verip, onların yaşadığı cinsiyet eşitsizliklerine değinmiştir. Kitap her ne kadar kadın karakterler üzerine yoğunlaşsa da antimilitarist unsurlar barındırıp bir mesaj kaygısı da içerir. Fakat kadın karakterlerinin  erdemlerini yansıttığı kadar aciz oldukları durumları da başarılı bir şekilde verir. Bu yüzden  hem romantik hem de realist bir kitap olarak nitelendirilebilir. Kutlu öyküsünün senaryoya dönüştüğü süreçte de yer alıp, Macit Koper ve Tunç Başaran ile birlikte çalışır. Bu başarılı senaryo çalışması onlara Altın Koza’da ikincilik ödülünü kazandırır.

1930’ların Hatay, İskenderun daha doğrusu o yıllarda Fransızlar’ın Alexandrette olarak isimlendirdiği bölgede geçer film. 1929 yılında yaşanan Büyük Buhran’ın izini dünyanın her bölgesinde görmek mümkündür. İskenderun’da dahil olmak üzere hiçbir şehirde huzur kalmamış, silahlı çatışmalar şehrin en ücra semtlerine dahi sıçramıştır. Film sadece romantik ve dramatik öğeleri anlatmak yerine arka planda savaşın getirdiği ve götürdüklerini de anlatır.

Filmi daha iyi anlayabilmek için İskender’un tarihi hakkında kısaca fikir sahibi olmak adına şu bilgilere yer verelim: İskenderun’un Osmanlı idaresi altına girdiği ilk yıllarda şehir hakkında bilgi veren Pîrî Reis burayı, “Bir alçak burnun üzerinde bir harap kal’adır.” şeklinde tarif eder. İskenderun her vakitte deniz yoluyla gelen tüccarların ve ticari malların karaya çıktığı bir Liman şehri olmayı başarmıştır. XVII. yüzyılda Lazkiye Limanı bu açıdan İskenderun ile rekabet edemez hale gelir ve İskenderun yörenin tek önemli limanı haline gelir. Kâtip Çelebi, Halep’in iskelesi olan bu şehirde Fransız tâcirlerin hiç eksik olmadığını belirtir çünkü İskenderun ile Fransa’nın Marsilya Limanı arasında canlı bir ilişki mevcuttur. Birinci Dünya Savaşı’nda bir türlü önlenemeyen altın kaçakçılığında dahi bu liman kullanılır. Bu esnada altı defa bombardımana uğrayan İskenderun, 9 Kasım 1918’de yani harbin sonlarında İngilizler tarafından işgal edilir. Sonrasında ise İtilaf Devletleri arasındaki gizli antlaşmalar sonucu 10 Kasım 1918 tarihinde Coutelas adlı savaş gemisinden karaya çıkan ilk Fransız askeri birliği İskenderun’a girer. Ekim 1919’da şehir tamamen Fransızlar’ın idaresine bırakılır. Fakat 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara İtilâfnamesi sonucunda Fransızlar’ın Adana, Mersin, Osmaniye, Kilis ve Gaziantep’i boşaltmayı kabul etmiş olmalarına rağmen İskenderun’u boşaltmayıp şehre İskenderun Sancağı adıyla Suriye sınırları içinde özel bir idarî muhtariyet verilmesini kabul ederler. 1937 yılında, Suriye ile Fransa arasındaki müzakereler sırasında Türkiye’nin müdahalesiyle İskenderun Sancağı yerine Bağımsız Hatay Devleti kurulur. Antakya’dan sınıra kadar olan bölgelerdeki tüm Fransız karakolları kaldırılır. İşte filmimizin geçtiği tam da bu yıllarda hem savaş hem de Fransız askerlerinin şehri terk etmesi ve sonrasında yaşanan barış sürecinin dahi yoksulluğu bitiremediği süreçler bir aile aracılığı ile anlatılır. Fakat bu bölgenin her zaman kozmopolit bir yapıya sahip olması ve farklı kültürlerin kaynaşmış olması gerçeğini atlamak doğru olmaz. Filmde iki ayrı uç kısımda sayılan iki kültür esprili bir yaklaşımla, beraber bir yola çıkan İmam ile Papaz arasında yaşanan çok kısa sahne ve diyalogla alegorik bir şekilde ele alınır. İmam ile Papaz yanlarında bir eşek ile yola çıkmışlardır. Fakat malumdur ki sadece bir eşek olduğu için birinin eşeğe binmesi diğerinin yürümesi gereklidir. Sadece bir kişinin binmesinin doğru olmayacağı idrakinde olan bu iki zıt karakter belki de o dönemin verdiği karşılıklı saygı duyma ve bir yola beraber çıkılması; bunun getirdiği yoldaşlık ahlakının da gereğince yolun bir kısmında İmam bir kısmında ise Papaz eşeğe biner. Bu kısa sahne muhtemelen Sultan’da olduğu gibi çoğu insanın yüzünde de bir tebessüme yol açar.

Triandafilis, Olivia Bonamy tarafından canlandırılır. Bonamy’nin Türkçe aksanı eğreti durmayıp aksine karaketere fazlasıyla sevecenlik katıp sizi ona yakınlaştıran bir unsur haline gelir. Triandafilis eve kitlenen, uyumadan önce muhakkak Sultan’dan masal dinlemek isteyen bir çocuktur aslında. Babası, Triandafilis kaçmasın diye bahçe duvarlarının üzerlerine cam kırıkları serpiştirmiştir fakat Triandafilis buna rağmen kaçmayı katiyyen bırakmaz.

Spoiler Uyarı: Yazının buradan sonraki bölümü filmle ilgili önemli gelişmeleri içermektedir.

Triandafilis günün birinde babasıyla dosya almaya gelen bir Fransız asker olan Pierre’ye, onu pencerenin ötesinde gördüğü ilk anda, ona âşık olur ve Triandafilis büyüdüğünü idrak etmeye başlar. Tam da aşık olduğu sıralarda şehrin kontrolünün artık Türkler’e geçmesiyle, yapılan antlaşma sonucunda Fransız askerlerinin şehri terk etmesi ve ailesinin Beyrut’a taşınması gerekir. Triandafilis’in Pierre ile olan vedalaşması, onun idrakının dışında kalması hasebiyle, Triandafilis’te tabiri caizse bir yürek donmasına sebebiyet verir. Ve evden kaçıp Pierre’yi bulma umuduyla çaresizce bilmediği şehrin köhne sokaklarında arayıp durur onu. Triandafilis’in gündüz gibi aydınlık sanılan yazgısı işte böylece akşama kavuşur. Triandafilis bu süreçte tecavüze uğrar, bir erkek tarafından köyden köye satılıp durur. Aç kalır ancak izinsiz kimsenin bahçesindeki ağaçtan, bir elma dahi koparıp yemez. Sokaklardaki yemişler ile karnını doyurur. Küçük bir kızın sokaklarda, hem de çocuk aklıyla, kabasaba erkeklerin eline düşmüşken, nasıl hayatta kalmaya çalıştığı Olivia Bonamy’in de tasviriyle filmde dramatik bir şekilde anlatılır. Triandafilis, yine aynı pencerenin ardında gördüğü ve Pierre’e benzettiği Rıfat’a aşık olur bu defa. Ancak talihsiz kız Rıfat’ı da kaybeder.

Antuan ve ailesi Beyrut’a gittiği vakit köşklerini Sultan ile Adem’e bırakır. Koskaca köşkte bir başlarına kalmışlardır ve üstelik köşkü kaybetme korkusu sarmıştır onları. Rumlar ve Fransızlar evlerini bırakıp gittikleri vakit boş kalan evler hemencecik işgal edilmiş, bu tehdit Sultan ve Adem’i korkutmaya başlamıştır. Kapılarına kadar gelen kişinin devletin bir memuru mu yoksa bir yağmacı mı olduğunu bile anlamazlar. Adem bir fırında çalışmaya başlar. Fırının sahibi ekmeğe arpa, kuş yemi, saman ve un dışında bulduğu tüm malzemeleri ekleyip üstelikte kendini haklı bulan, Hitler hayranı biridir. Günün birinde Adem bu fırında çalışırken hayatını kaybeder. Sultan, deyimleri yanlış hatırlayan ve evin tek geçim kaynağı olan eşini kaybeder. Böylece evdeki eşyaları elden çıkarmaya çalışır fakat kurnaz rehineci savaşı bahane ederek adil olmayan ücretler karşılığı eşyaları alır. Fakat yine de çok zaman aç kalırlar, Triandafilis’in hayali yemek yeme oyunlarıyla bir nebzede olsa unutmaya çalışırlar bu durumu.

Triandafilis’in dışarıya her çıktığında peşine takılan bir mızıkacı çocuk vardır. Bu çocuk ilkin mızıka çalmayı bilmez ancak her Triandafilis ile olan karşılaşmasında daha iyi çalmaya başlar. Burda mızıkayı simgesel bir unsur olarak düşünmek mümkün. Triandafilis dışarıya her çıkışında dünyanın gerçekleriyle daha sert bir şekilde yüz yüze gelir ve öğrenmeye başlar, büyür, gelişir fakat masumluğu hep aynıdır. Çocuk büyüyüp askerden geldiği vakit ise mızıkasını Triandafilis’in kapısına bırakır.

Triandafilis son defa parçaladığı kağıtları camdan aşağı bıraktığında tek sığınağı olan Sultan’ı kaybeder. Triandafilis başını ellerinin arasına alıp bu defa o, Sultan’a masal anlatmak ister: “Bir varmış bir yokmuş… Duvarın üstünde elleri kanatan vardı. Kapılar kapalı, anahtar Sultan’da. Pierre… Ne pas aller Pierre!… Pierre gitti… Rıfat gitme!… Rıfat gitti… Anahtar Sultan’da. Sultan gitti… Masal bitti…”

Seher Kavut

kavutseher@gmail.com

Twitter

 

Kaynakça

[1] Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

[2] Sen de Gitme Triandafilis / Ayla Kutlu / Bilgi Yayınevi / 1990

[3] Eldem, S.202, 313

[4] Fransız Arşiv Belgelerinde 23 Haziran 1939 Tarihli Türk – Fransız Antlaşması, Müzehher Yamaç

 

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here