Kirill Serebrennikov’un yönetmenliğini yaptığı ve yaşamı anlamlandırmaya çalışan bir ergenin dramını anlattığı Öğrenci, izleyiciyi dinin doğası hakkında konuşmaya davet eden bir film. Okulda geçmesine ve liseli öğrencileri konu almasına rağmen 18+ yaş sınırı barındırır. Elbette bu çizilen tablo eğitim sisteminin sorunları ile ilgili değildir. Buradaki okul aslında toplumun metaforik bir modelidir.
Yönetmen Serebrennikov, sinema dünyasına tiyatro kültüründen gelerek dahil olur. Orijinal hali Marius von Mayenburg’un Berlin’deki Schaubühne Tiyatrosu’nda sahnelediği bir oyun olan senaryoyu yönetmen kendi ülkesine uyarlamak için izin alır ve üç yıl boyunca yönettiği bir tiyatro olan Gogol Center’da prodüksiyonu sahneler. Oyunu filme çektikten sonra Cannes Film Festivali’nin özel ödüllerinden birini ve “Kinotavr”’da en iyi yönetmenlik ödülünü almayı başarır.
Orijinal oyun Avrupa kökenli olmasına rağmen, The Apprentice kesinlikle bir Rus hikayesi gibi görünüyor. Yönetmen bu çalışmayı modern Rus gerçeklerine ve kültürüne uyarlamakta o kadar başarılı olur ki yapıt klasikler arasına girmeyi başarır. Serebrennikov, hem iç hem de dış mekanlarda doğanın sunduğu olanaklarla büyüleyici tiyatro performansını tamamlayarak, eldeki sembolleri, malzemeleri ve çekimin perspektifini mükemmel bir şekilde kullanıyor.
Serebrennikov, dünyadaki genel durum hakkında -nereye giderseniz gidin manevi çamura saplanan hissiyatımız hakkında- her yerde korkunç bir soğuk kayıtsızlık, huzursuzluk veya fanatizm rüzgarları esiyorken, durup bir durum analizi yapmanıza olanak sağlıyor. Kubbeler hala parlıyor, dinsel hareketler atalete dönüşen kalabalıkta varlığını sürdüyor. Rafine “sefahat” ruhu memnun ediyor, yabancı müzikler anlamsız yerli pop müzikle karıştırılıyor, hafızanın “ölümsüz alayı” bilinçsizliğin raflarında çürüyor.
Tüm bu kaosun ortasında, bir anne üç işte çalışarak tek başına çocuğuna bakmaya çalışıyor. Çocuk ise emredici alıntılara güvenebileceği, kendini bir incir yaprağı gibi korkularından, acılarından ve boşluktan uzaklaştırabileceği ve dünyanın farklı olmasını sağlayabileceği bir kitap bulur. Bu kitapla okulunda meydana gelen kaosu, güzel ve baştan çıkarıcı sınıf arkadaşlarını, topal bir dışlanmışlığı, cinselllik eğitimi derslerini, evrim teorisini, sanayileşme ve beden eğitimi derslerini düzenlemeye başlar. Okulun tüm küçük dünyası, kişiliğin körleşmiş şokuyla sınanır ve bu baskı altında dağılır. Kendine güvenen eğitimcilerin ince safları, biraz içki içenler, kaslarının gücüne inananlar, bakanlık standartlarına uymaya çalışan yöneticiler, bilimin henüz tam olarak öğrenmediği gerçek için çaresizce savaşanlar, cübbesinin geniş ceplerinden tartışmalı bir konu hakkında kullanışlı bir kitapçık çıkaran kişiler ve oğlunun sorunlarıyla ne yapacağını bilmeyen bir anne, kısacası film çevremizde gördüğümüz tüm tiplemelere sahip.
Filmin ifadesinin ruhu ve biçimi Zvyagintsev’in Leviathan‘ına çok yakındır. Savaşan bir kahraman var ve onu ezecek yeni bir oluşumun ebedi, huzursuz bir Danimarka’sı var. Bir nedenden dolayı, Rammstein’ın altındaki geçide sığmayan haçını taşıyan Benjamin, nedense Trier’in “Nemfomani”’sinden korkunç bir şekilde bahsediyor. Aşk yok, merhamet yok. Yalnızca doğruların günahları ve günahkarların doğruluğu var.
Kargaşanın merkezinde, agnostik yetiştirilmeyi reddeden genç Venya vardır. Her şey, okulun mayo politikasını protesto etmesiyle başlar ve bu da müdürün daha mütevazı kıyafetler seçip, bikinileri yasaklama kararıyla sonuçlanır. Venya dini aşırılığın derinliklerine ne kadar inerse, okulda o kadar çok kargaşaya sebep oluyor ve yönetimde muhafazakarlığa yönelik köklü bir geçişi ortaya koyuyor. Müdür ve öğretmenler, Venya’nın antisosyal, manik bir coşkuyla vaaz ettiği İncil’in edebi yorumlarını eleştirmeden onaylıyorlar. Kilisenin papazı ona “Kilise’nin senin gibi daha çok insana ihtiyacı var” deyince de okulu, evrimin karşıtı olan yaratılışçılığı tanıtmaya karar veriyor. Tüm İncil peygamberleri adına vaaz verme ve öğretme taahhüdünde bulunan Venya’nın içinde tek bir damla sevgi kırıntısı yoktur. Gittikçe daha sertleşir, hiç kimseye şefkat duymaz, bir emri çiğnemekten diğerine geçer. Tanrı’nın sözlerini takip etmeye değil, onları bir araç olarak kullanmaya başlar. Sürekli fedakarlıktan bahseder fakat kendi içinde tek bir çaba sarf etmeden kolayca başkalarını feda eder.
Anne ise ilk başlarda oğlunun uyuşturucu bağımlısı olduğunu düşünür. İncil’den alıntılar yapmaya başlayana kadar. Benjamin’in filmin başından sonuna kadar her zaman yanında İncil’in yırtık bir cep baskısını taşıdığını ve her yeni günde dini duygularının daha da alevlendiğini görüyoruz. Evden başlayarak, hem okulda hem de sokakta vaaz vermeye başlar, kesinlikle haklı olduğuna kesin olarak inanır. Okul öğretmenlerinin bakış açısına göre, Venya herhangi bir zor genç gibi geçici bir süreçten geçiyordur. Biyoloji öğretmeni ve yarı zamanlı okul psikoloğu Elena Lvovna ergenlik çağındaki bu gence çok olağan bir teşhis koyar. İlk başta, Venya’yı ciddiye almaz. Ancak öğrenci, kendi kurallarını öğretim kadrosuna ve hatta müdüre, hepsine kutsal metnin yardımıyla, empoze etmeye başlar.
Filmi bir yol filmine benzetecek olursak arabaya binmeyecek tek bir kişi vardır: Venya’nın Yahudi biyoloji öğretmeni. Bütün köklü dini mesajların ortasında, Elena’nın (Victoria Isakova) bilimsel akıl yürütme ve açık fikirli sosyo-politik değerlerle beslenen protestoları kimse tarafından dinlenmez. Farklı yorumlar getirerek “Venya’yı anlama” çabasında İncil mantığının sınırlarını test ederken, filmin hiciv dünyası Elena’yı mantıksız fanatik olarak görüyor. Okul psikoloğu kendi yöntemlerini kullanarak bir fanatiğe karşı savaşmaya, yani masumiyetini aynı Kutsal Yazılardan alıntılarla kanıtlamaya karar verdiğinde bu genç dogmatistin ruhunda umutsuzluğa yakın bir öfke uyandırır. “Yalan söylüyor!”
Film, rasyonel bir kişinin dinsel fanatizmin mekanizmasını anlamaya çalıştığı, ancak buna protesto ile karşılık veren ruh ve bedenler ile nasıl başa çıkabildiğine dair bir tür korkutucu benzetme olarak da okunabilir. Hayal kırıklığına uğramış izleyicilerin kalbi, bu tür filmler yayınlandığında bir nebze de olsa atmaya başlıyor. Çünkü kendimizle, sorunlarımızla ve acımızla ilgili resmi anlamak, ortaya çıkarmak, onunla diyaloğa girmek ender bir lüks.
Seher Kavut
kavutseher@gmail.com