Neill Blomkamp Yasak Bölge 9 (District 9, 2009) ve Elysium: Yeni Cennet (Elysium, 2013) filmlerini takip eden yeni projesi Chappie’de yakın bir gelecek betimlemesi yapıyor. Johanesburg’ta suç oranının azaltılması ve suçlularla etkin bir mücadele için Tetravaal firması tarafından scout ismi verilen polis droidler üretilir. Kısa sürede scout’lar ülkede suç oranını neredeyse sıfıra indirir ancak bu robotları üreten bilim insanı Deon Wilson, birer makineden ibaret olan scout’larla yetinmek istemez. Düşünen, hisseden ve insani özelliklere sahip bir robot tasarlar. Şirket sahibi bu düşünceden hoşlanmaz ve Wilson’ı uyarır. Wilson yine de tasarladığı robotu hayata geçirmeye kararlıdır.
Filmin hikâyesinden de anlaşılacağı üzere, Chappie insanoğlunun kendisini aşarak Tanrı’yla eşgörme, onun yaratma becerisine denk olma durumunu merkezine alır. Filmde bilim insanı Deon Wilson tasarladığı robotla iletişime geçtiğinde, kendisini ona yaratıcısı şeklinde tanıtır ve yaratma eyleminin kendisine dikkat geçer. Wilson filmde hırslı ve obsesif bir şekilde gelişmeye, ilerlemeye ve teknolojiye inanan klasik bir modern bilim insanını temsil eder. Bilim ve rasyonaliteye inancı sayesinde hiçbir etik ve ahlâki kaygı taşımadan bir robot dış görünümünde insan tasarlar. Yarattığı robotun aynı bir insan çocuğu gibi öğrenme, konuşma ve bilinç sahibi olma evrelerinden geçmesiyle birlikte insan ve robot arasında kurulan analoji de tamamlanarak yaratıcının gücü pekiştirilir.
Filmin olay örgüsünde geçen kovalamaca sahneleri üzerine kurulu aksiyonun beslendiği dramatik çatışma, insanla robot farklılığından kaynaklanır. Philip K. Dick’in Android’ler Elektrikli Koyun Düşler mi? isimli romanını temel alan Bıçak Sırtı (Blade Runner, 1982) ve Brian Aldiss’in kısa hikâyesinden uyarlanan Yapay Zeka (Artificial Intelligence, 2001) filmlerindeki gibi esas mesele bir insan tarafından tasarlanan ve yaratılan bir robotun insani değerler taşısa bile insan olup olamayacağıdır. Bu soru aslında Aydınlanma Felsefesi’nden beri bilim, rasyonalite ve teknoloji temelli ilerlemeci bir medeniyetin bilinçaltında yatan korkulardan beslenir. Filmde Wilson’ın faaliyetlerini engellemek için her türlü müdahalede bulunmaktan geri kalmayan askeri mühendis Vincent Moore bu anlamda sıradan insanın bilinçaltındaki korkuların da bir tezahürü gibidir. Askeri disipline sahip, fiziksel gücüyle öne çıkan, maço ve ataerkil bir biçimde sunulan Moore, robotların hiçbir zaman insani özelliklere sahip olamayacaklarını, onların sadece birer meta olduğunu savunur. Anlatıdaki temel çatışma bu ikilik üzerine kuruludur.
İnsanların robotlara olan yaklaşımları üzerinden medeniyeti güçlünün güçsüzü ezdiği bir vahşi bir ormana benzeten yönetmen Blomkamp, bu sayede güç istencinin gerekliliğine de zemin hazırlar. Chappie’ye nasıl bir dünyada yaşadıklarını anlatan gangster Ninja, Chappie’ye dünyanın acımasızlığını vurgulamak için ölü bir köpeği gösterir. Onun gibi olmaması için gücünü kullanması gerektiğini söyler. Blomkamp’ın yöntemi açık bir şekilde bizi Baba (The Godfather, 1972) filmindeki Don Corleone’nin düzenine götürür. Demokrasinin, adalet kurumlarının ve eğitim sisteminin yeterli gelmediği bir dünyada, gücü elinde bulunduranlar ancak adaleti sağlayabilir.
Chappie’nin yeniden ürettiği kabilelere ve totaliter rejimlere yönelik düzen algısının ötesinde, daha sakıncalı bir şey göze çarpar. Az önce bahsi geçen insan ve robot karşıtlığı üzerine kurulu filmlerden farklı olarak Chappie’nin finali çok daha cesur ve meydan okuyucudur. Filmde yaratıcı Wilson, ölmekte olan Chappie’ye ölüm karşısında çaresiz olduklarını çünkü bilincin aktarılmayacağını hatırlatır. Bilinç, her bireye özgü, önceden kestirilemeyen, hesaplanması mümkün olmayan bir şeydir. O yüzden de aktarımı yapılamaz. Ancak Chappie internete bağlanarak insanoğlunun tüm bilgisine sahip olur ve bilinci bir başlığa nakletmenin yolunu bulur. Buradaki inandırıcılık sorunu ve naiflikten öte, gerçekleştirilen eylemin kendisi dikkat çekicidir. Bilinç aktarımı sayesinde artık ölüm diye bir şey yoktur. İnsanoğlu ölümsüzlüğün yolunu bularak kendisini Tanrı’yla eşlemiştir. Chappie finaliyle insanoğlunun doğumundan itibaren çözmeye çalıştığı temel meseleyi çözer ve günümüz modern bireyinin bilinçaltının bir tercümesi olur. Bana kalırsa, film temel çatışma noktalarının klişe ve basit kalmasından, inandırıcılıktan yoksunluğundan ve yüzeyselliğinden ziyade finalinde getirdiği çözüm önerisiyle döneminin bireyci, ilerlemeci ve ben-merkezci ruhunu yansıtmasıyla hatırlanacaktır.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com