Ceylan Özçelik’in haber kanalında kurguculuk yapan otuzlu yaşlarındaki Hasret karakterinin hikâyesini anlattığı ilk filmi Kaygı, esasında bir yüzleşme filmi… Hasret karakterinin gördüğü kabuslarla birlikte yirmi yıl önce kaybettiği ailesinin ölümüyle yüzleşmesi filmde konu ediliyor. Bakıldığında bir psikolojik drama. Ancak Hasret karakteri kabuslar görmeye başladığı andan itibaren, film psikolojik dramayı gerilimle birleştirerek kolaycılığa düşmeden içerisine girdiği kulvarın hakkını vererek ilerliyor. Bir yüzleşme hikâyesi anlatmasına karşın, gerilim sinemasının tüm gereklerini yerine getirerek zaman zaman iyi bir tür filmi de olmayı başarıyor. Bunda güçlü görüntü yönetimi, bizi karakterin iç dünyasına sokmayı başaran kamera hareketleri kadar filmin kullandığı 80’lerin gerilim filmlerini çağrıştıran müzikleri ve rahatsız edici ses tasarımının da etkisi var. Bu anlamda, film basit bir yüzleşme filminin ötesinde dersini iyi çalışmış, dört başı mamur bir tür filmi aynı zamanda…
Sinematografisinin başarısını teslim etmekle birlikte, Kaygı’yı önemli kılan özelliğin içerisinde bulunduğumuz dönemin toplumsal bilinçdışını yansıtması olduğunu düşünüyorum. Emin Alper’in Abluka filmi gibi, Kaygı da Türkiye’nin neredeyse son otuz yılının bir anlatısını sunuyor ve toplumsal bilinçdışına bastırılan korkuları günyüzüne çıkarıyor. Hasret’in şimdiki zamanda geçen hikâyesinin arka planında kentsel dönüşümle şehirlerin hızla dönüşmesi, aidiyetin zayıflaması, geçmişle günümüz arasındaki bağlantının kopma noktasına gelmesi, insanların içinde bulundukları toplumsal koşullara uyum sağlayamaması gibi özellikler dikkat çekiyor. Bunlar öte yandan Hasret’in çalıştığı haber kanalında kurguladığı haberlere konu olan olaylarla ve onların yansıtılma biçimiyle de doğru orantılı. Yaşanan gerçeklik haberlere yansırken, değişerek dönüşerek yansıyor ve yeni bir gerçeklik inşa ediliyor. Yaşanan gerçeklikle inşa edilen ve sunulan gerçeklik arasındaki uçurumun günden güne açılması, Hasret’in kendi gerçekliğini de kaybetmesine neden oluyor. Filmde değişen sadece Hasret değil. Aynı zamanda Hasret’in yaşadığı kent de Hasret gibi büyük bir dönüşümün içerisinde ve her gün her saat kabuk değiştiriyor; yeni bir kimlikle yeniden tanımlanıyor. Bütün bunlar Hasret’in büyük bir travma yaşamasına ve kendisini yeniden tanımlamasına yol açıyor. Hasret’in kendi gerçekliğini yeniden kurması için ise, öncelikle kendi geçmişiyle yüzleşmesi gerekiyor. Yüzleşme burada çift taraflı bir anlama sahip; Hasret kendi geçmişiyle yüzleşirken, seyirci de ülkenin geçmişiyle yüzleşiyor. Hasret’in geçmişi, ülkenin geçmişiyle iç içe geçiyor. Bu noktada film, kişisel hafızadan yola çıkarak kolektif hafızanın anlatıcılığına soyunuyor.
Gerçeklik algısını gittikçe kaybeden bir karakterin bilinçaltına bastırdığı ve yüzleşmekten kaçındığı için üzerini örttüğü olaylar filmde, yeni travmatik deneyimler aracılığıyla yeniden yüzeye çıkıyor. Kaygı, içinde yaşadığımız toplumda hepimizi bir şekilde etkileyen neoliberal politikaların, kapitalizmin, kentsel dönüşümün, toplumsal ikiyüzlülüğün ve paranoyanın bir anlatımı bir bakıma… Yüzleşmesi de kaçması da zor bir kabus gibi… Tam da aslında bu nedenle içinde yaşadığımız dönemin ruh hâlini içerisinde barındırıyor. 1950’lilerin ilk yarısındaki tarihi kahramanlık filmleri ya da 1970’lerdeki Battal Gazi, Kara Murat vb. yapımlar gibi Kaygı da gelecekte içinden geçtiğimiz tarihsel, toplumsal ve ekonomik süreci anlamlandırmak için dönüp bakacağımız ve yeniden analiz etme ihtiyacı hissedeceğimiz bir film olma potansiyeline sahip.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com
[…] Barış Saydam: Gerçeklik algısını gittikçe kaybeden bir karakterin bilinçaltına bastırdığı ve yüzleşmekten kaçındığı için üzerini örttüğü olaylar filmde, yeni travmatik deneyimler aracılığıyla yeniden yüzeye çıkıyor. Kaygı, içinde yaşadığımız toplumda hepimizi bir şekilde etkileyen neoliberal politikaların, kapitalizmin, kentsel dönüşümün, toplumsal ikiyüzlülüğün ve paranoyanın bir anlatımı bir bakıma… Devamını Oku […]