Bir gece Müfettiş Vogel (Tony Servillo) geçirdiği trafik kazası sonucu Avechot adlı ücra bir kasabadaki psikolog Augusto Flores’e (Jean Reno) getirilmiştir. Hiç yara almayan, ama üzerinde kan lekeleri bulunan Vogel, Avechot’ta yaşayan 16 yaşındaki Anna Lou’nun ortadan kaybolma olayını çözmesi için görevlendirilmiştir. Davayı aldığı andan itibaren yaşananları Flores’e anlatırken biz de bu gizemli polisiye hikayeyi baştan itibaren izlemeye başlarız. Medyanın “Bombacı” vakası ile yakından tanıdığı Vogel, üstlendiği davalarda medya ilgisine ihtiyaç duyan, özellikle televizyon muhabiri Stella Honer ile gizli anlaşmalar yapan kurt bir polistir. Reyting uğruna herşeyi mübah sayan Vogel, dava karışık bir hal almaya başlayınca, Anna Lou da bir türlü bulunamayınca medyanın ve yerel halkın önüne atacağı bir kurban aramaya başlar. Şansı yaver giden Vogel, önce Anna Lou’nun gizli hayranı Mattia’yı, sonra da Anna Lou’nun okulundaki öğretmenlerden biri olan Prof. Loris Martini’yi hedefine koyar. Ama gerçeği kendisi bile hala çözememiştir.
Donato Carrisi’nin yazıp yönettiği ilk uzun metraj olan La ragazza nella nebbia (The Girl In The Fog), çoğunluğu flashbackten oluşan, arada bir şimdiki zamana yani Vogel ve Flores’in kaza sonrası konuşmalarına dönen, benzer şekilde The Usual Suspects, Contratiempo, El Cuerpo gibi nicesinin yöntemini izleyen, olmazsa olmaz sürpriz final ile nihayetlenen bir polisiye dram. Carrisi bu alışıldık düzeni başarıyla kurarken ufak detaylarla oluşturmaya çalıştığı puzzle dahilinde hedef şaşırtmalar, gel-gitler, dramatik virajlar yaratıyor. Önemli bir nokta olarak medyanın bu tip olaylara olan ikiyüzlü yaklaşımını, reyting uğruna istediğini kollayıp istemediğini harcamak için herşeyi yapabileceği gerçeğini hikayesine doğal biçimde katık edebiliyor. Başlangıçta Anna Lou’nun dindar ailesi ve kilise cemaatine mensup olmaları nedeniyle bu kanala, sonra okul hayatı ve gizli günlüğü sayesinde başka kanallara yöneleceğini düşündüren Carrisi, aslında tüm bu kanallardan ekonomik şekilde besleniyor. Aynı şekilde filmin odak noktası Vogel iken, bir süre sonra Prof. Martini oluyor. Sonra zaten birbirinden çok kopuk olmayan bu yol ayrımı tekrar birleşiyor. Medya kirliliğine göre pozisyon belirlemek durumunda kalan adalet sistemi de buna eklenince hikayeyi dallandırıp budaklandırmak daha kolay oluyor.
Aslında fena olmayan bir final yapmasına rağmen, sürpriz yapma uğruna başka bir final daha zorlayan Carrisi, istediği şoku yaratabiliyor. Fakat bu şokun hem gerekliliği, hem eldeki hikayeye emrivaki yaparcasına ortaya sürülmesi, hem de temellerinin çok sağlam atılmaması sonucu herkeste aynı etkiyi yaratması beklenmiyor. Buradaki mühim senaryo açığının filmin duygu yoğunluğu içinde eriyip gitme ve o şok duygusunu bir şekilde yaşatabilme ihtimali, o şoku yaratan karakterin fiziki ve ruhani ağırlığıyla ilişkili. Yani o senaryo açığı veya ikinci final kasma hadisesi, kimine hiç de açık veya kasma olarak gelmeyebilir. Carrisi, pekala televizyona uyarlanıp The Killing gibi 13 bölümlük bir dizi haline getirilebilecek hikayesini iki saatte çok güzel paketliyor. Ama kendine çok geniş alan bulabilecek bir dizide o finalin oturaklılığı daha iyi sağlanabilirdi. İki saatlik film, o finali biraz “yaptım oldu” hesabına getirmiş. Yine de ortada iyi kurgulanmış, iyi çekilmiş bir film duruyor. Başta İtalyan sinemasının usta aktörü Toni Servillo olmak üzere ağırlığı olan tüm oyuncular da yüksek performanslara sahip. Genel anlamda standartlara fazla bağlı olsa da Donato Carrisi yeni filmleri için ümit veren bir yönetmen olarak görünüyor.
Osman Danacı
odanac@gmail.com