Oyuncu, senarist, yönetmen Benedikt Erlingsson’un Ólafur Egilsson ile senaryosunu yazdığı, kendisinin yönettiği (2015 yılına ait The Show Of Shows belgeseli haricinde) ikinci uzun metrajı Woman At War, İzlanda’da yalnız yaşayan 49 yaşındaki koro şefi ve müzisyen Halla’nın, idealleri doğrultusunda sürdürdüğü hayat mücadelesini tüm yönleriyle ele alan bir film. Halla, çevresi tarafından sevilen sıradan bir vatandaş olmanın ötesinde, İzlanda hükümetinin, aralarında Çin’in de bulunduğu çok uluslu şirketlerle alüminyum endüstrisine yönelik faaliyetlerde bulunmasını, bunun sonucunda ülkesinin göreceği doğal zararları hazmedemeyen bir aktivisttir. Belirli aralıklarla İzlanda kırsalındaki yüksek gerilim hatlarının çelik direklerine sabotajlar düzenleyen, bu yüzden hükümetin korkulu rüyası haline gelen Halla, konforlu hayatını riske atmaktan kaçınmayan bir kadındır. Tüm bunların üstüne 4 yıl önceki evlat edinme başvurusu kabul edilince beklemediği biçimde bir yol ayrımına geldiğini hisseder.
Küresel ısınma, çevre kirliliği, hükümetlerin ve gücü elinde tutan şirketlerin çıkarları uğruna doğal ortama verdiği türlü zararlar yeni nesile daha güzel bir dünya bırakmamızı yavaş yavaş imkansız hale getiriyor bu bir gerçek. Ama bu umutsuz tablo her çizildiğinde final şu şekilde yapılıyor: “Henüz çok geç değil.” Ama bu umudun bilincinde olmak yetmiyor ne yazık ki. Eylem gerekiyor. Ne var ki Greenpeace başta olmak üzere tüm duyarlı sivil toplum örgütlerinin yasal girişimleri bir şekilde bu güçlü şirketlerin kıskaca aldığı ya da menfaat paylaşımında bulunduğu hükümetler tarafından engelleniyor. Söylemleri, uyarıları, bilimsel makaleleri zaten kimse umursamıyor. Kamuoyunun dikkatini çekmeye, durumun aciliyeti hakkında farkındalık yaratmaya çalışan eylemler de bir süre sonra yetersiz kalıyor, unutuluyor. İşte bu çaresizlik sınırına gelmiş, artık eylemin zarar verici boyutlarda olması gerektiğine karar vermiş aktivist Halla, onların anladığı dilden konuşmak için bir dizi yıkıcı eylemde bulunan cesur bir kadın. Onun kararlı, riskli, cüretli bu eylemi ve eylem sonrası kaçışı ile açılan film, adım adım bu karakteri boyutlandırmaya başlıyor.
Polisin, hatta FBI’ın bile kim olduğunu bilmeden aradığı Halla, bu eylemleri gerekçelendirmek ve yaymak için bir deklarasyon yazıp gerilla yöntemlerle dağıtıyor. Kendine de “Dağların Kadını” adını veriyor. Senaryo bu kedi fare oyunu üzerinden ilerleyecek diye beklerken, beklenmedik bir hamleyle Halla’nın evlat edinme başvurusunun kabul edilişi sayesinde kendine başka bir kulvar daha açıyor. Ebeveynleri Ukrayna’daki savaşta ölmüş 4 yaşındaki bir kız çocuğunu bu riskli hayata dahil etme konusunda kafası karışan Halla, yine de ideallerine, her fırsatta taşına toprağına sarılacak kadar çok sevdiği ülkesine sahip çıkmak için bir an olsun geri adım atmayı düşünmüyor. Halla’nın İzlanda doğasına zarar verme eğilimindekilere karşı tek başına verdiği bu savaş, insan-doğa ilişkisinin güzelliğine katılmış çok güzel detaylarla barışın, huzurun tadını, aynı zamanda uzun vadede kimin kazanacağı belli bu savaşta kimden yana olmamız gerektiğini de hatırlatıyor.
İyi kalpli “uzaktan” kuzen Sveinbjörn, Halla’yı destekleyen korodan öğrencisi, aynı zamanda hükümet görevlisi Baldvin ve tabii ikiz kardeş Ása gibi yan tasarımlar senaryoyu Halla etrafında daha dinç tutan, sürprizleyen unsurlar olarak beliriyor. İzlanda doğasının benzersiz güzelliklerinin fon olmaktan çıkıp Halla’nın uğruna savaştığı (savaşmaya da değecek) değerleri olarak kanlı canlı biçimde gözler önüne serilmesi filmin en büyük artılarından. Ayrıca Halla’yı film boyunca takip eden üç kişilik mini orkestra ve yerel kıyafetler içindeki üç kişilik Ukrayna mini kadın korosu, İskandinav kara mizah tonuna çok sevimli ve aynı zamanda dramatik katkılar sağlıyorlar. Ama Woman At War’ın gerçek yıldızı, Halla rolündeki İzlanda’nun 51 yaşındaki dizi ve film oyuncusu Halldóra Geirharðsdóttir. Müthiş bir ışığa sahip olan, Halla’nın fiziksel ve ruhsal güçlüklerini, inadını, cesaretini tutkulu bir performansla aktaran Geirharðsdóttir, ünlü oyuncu Jodie Foster’a da ilham vermiş olacak ki, onun başrol ve yönetmenliğinde bir Hollywood -çok gereksiz- yeniden çevrimi olabileceği konuşuluyor. Tabii bu halinin yanına bile yaklaşamayacağını söylemek falcılık olmaz.
Mesela Avrupa Parlamentosunda, Birleşmiş Milletler oturumunda, Davos’ta küresel ısınmayla ilgili inanılmaz konuşmalar yapan 16 yaşındaki İsveçli çevreci aktivist Greta Thunberg. Mesela kurtardığı göçmenleri savaş gemilerine karşın kıyıya ulaştıran, ama insan ticareti yapanlara yardım ettiği gerekçesiyle İtalya’da tutuklanan 31 yaşındaki Alman kaptan Carola Rackete. Mesela hiçbir haksızlığa, eşitsizliğe karşı sessiz kalmayan korkusuz ABD senatörleri Alexandria Ocasio-Cortez (30), Ilhan Omar (38) ve Rashida Tlaib (43), erkek egemen siyaset ve sivil toplum platformlarında doğru hümanist çıkışlarda bulunmakla kalmayıp, uzun yıllardır görülmemiş dürüstlük ve cesaret örnekleri sergileyerek ilham verdiler. Kurmaca bir karakter olan Halla ise, karşılık göremediği duyarlılığını, katledilmekteki doğal ortama olan aşkını, anarşist dürtülerle de olsa korumak uğruna benzer dürüstlük ve cesaret adanmışlıklarıyla hareket ediyor. Finaliyle de öfkeli doğanın gazabına rağmen yine de umutları kucaklayıp taşıyabileceğimizi resmedip, belki de bir yanıyla “henüz çok geç değil” demek istiyor.
Osman Danacı