Biri belgesel olmak üzere üçüncü uzun metrajını çeken Brezilyalı yönetmen Alejandro Landes, Kolombiya, Arjantin, Hollanda, Almanya, İsveç, Uruguay, ABD, Danimarka ortak yapımı Monos ile daha geniş kitlelerin tanıdığı bir yönetmen olma yolunda çok önemli bir adım atıyor. Prömiyerini Sundance Film Festivali’nde yapan, orada Dünya Sineması – Drama bölümünde Jüri Özel Ödülü’nü kazanan Monos, dünya çapında bir çok festival tarafından coşkuyla karşılandı. Kolombiya doğasını adeta bir başrol olarak kullanan Landes, basit bir rehine gerilimini bambaşka yerlere götürüyor. Birbirlerine takma adlarla hitap eden, ağır silahlara sahip ergenlik çağında ikisi kız, sekiz çocuk, onları belli zamanlarda ziyaret ederek askeri eğitim ve motivasyon sağlayan bir “ulak” ve rehin tuttukları Amerikalı Sara Watson… And Dağlarında ıssız bir coğrafyada başlayan film, politik motivasyonu bilinmeyen bir örgütün, rehineye göz kulak olmakla görevli bu küçük biriminin rutinlerini, iç dinamiklerini, emir komuta ilişkilerini hayranlık verici bir süzgeçten geçirerek aktarıyor. Daha ilk dakikalarda hem tekinsizlik, hem de tuhaf bir izolasyon huzuru hissedilen film, bu tavrını her saniyesine dönüşümlü olarak yayıyor.
Kendilerine “monos” (maymunlar) denilen bu grup, kendi içlerinde yaşadıkları bir trajedi sonrasında, zaten her an baskına uğrama tehlikesiyle karşı karşıya olduklarından çözülmeye hazır bir görüntü çiziyorlar. Ancak beklenen baskından sonra lokasyon ve iklim değişikliğine rağmen aynı gerginlik ve huzur karışımı artarak sürüyor. Ergenlik başlı başına bir sorunlar yumağı iken, otomatik silahlar taşıyan ergenlerin yarattığı bu kestirilemez ortam filmi sürekli diken üstünde tutuyor. Ama aynı zamanda onların yaşlarına istinaden verdikleri tepkiler, yüzlerine yansıyan umursamaz mutluluk ve yaşlarının gereğini yaşamaya yönelik buruk arzuları Landes’in usta çekimlerine doğal, sevimli, hüzünlü versiyonlarla yansıyor. Üstelik bu insani versiyonlar asla doğadan bağımsız hareket etmiyor. And Dağlarında soğuktan titrerken, Samana Norte Nehri kıyısındaki Antioquia’da sıcak ve nem kuşanıyorlar. Hayatta kalma içgüdüsü artan rehine Sara ile ilgili yaşanan gelişmeden sonra grup içindeki çözülmeler, liderlik ve kabul görme mücadelesi kızışıyor. Ulak’ın önünde teker teker ayağa kalkarak birbirlerini ispiyonladıkları bölüm, sanki bir öğretmenin “sınıfın camını kim kırdı” sorgusu sonrası çocukların alakasız konularla birbirlerini sattıkları, sırlarını ifşa ettikleri psikolojiye çok benziyor.
Landes çok güçlü bir sinema dili kullanarak, klişe ortalara beklenmedik vuruşlar yaparak, bu yüzden hikayesinin nerelere varacağına dair hiç ipucu vermeyerek her anı değerli bir film çekmiş. Bu sinema lisanı, filme sızmış dostluk, aşk üçgeni, ihanet, iktidar, pişmanlık, çaresizlik, intikam ne varsa hepsinin önünde duruyor. O izin verirse bu kavramlar kendilerini ön plana çıkarıyorlar veya onun seçtiği kıyafetler ve yazdığı repliklerle sahneye çıkarak kendilerini ifade edebiliyorlar. Kontrol mantığı, ne anlattığından önce nasıl anlattığın olunca ortaya olağanüstü sahneler çıkıyor. Bu biçimsel arayış ve bulunanı işleyiş hali genele o kadar ölçülü ve deneysel yansıyor ki, beklenmedik bir anda karşımıza heyecan veren bir sahne çıkıveriyor. Örneğin Sara’yı iki metre yandan gördüğümüz bir sahnede, kamera onun baktığı yere saat yönünde panoramik dönüş yaparken birden onu metrelerce ötede arkadan görüyoruz. Belki buradan onun yürüyerek o uzaklığa gidebileceği ihtimali çıkabilir. Ama aradan geçen saniye süresi, bunun mantıksal açıklamasından ziyade sinemasal estetiğinden etkilenmemizi sağlıyor. Bir naylon perdenin açılmasıyla soğuktan sıcağa geçişimiz kadar basit ama çarpıcı fikirler, neyi berrak, neyi flu bırakacağı belli olmayan tercihler, aylarca izole bir şekilde dağın başında ve tropik ormanda rehine tutmanın verdiği sıkıcı hayatın psikolojik arızalarını yansıtan harikulade resimler. Hepsi bu tarz içinde birbirini kovalıyor.
Rambo, Lobo, Leidi, Patagrande, Bum Bum, Sueca, Perro, Pitufo takma adlı bu çocuk gerillaların tam olarak nasıl bir organizasyona hizmet ettiklerini bilmediğimiz gibi, Sara Watson’ı neden rehin tuttuklarını da öğrenemiyoruz. Ortada çocuk askerlere dair bir kamu spotu mantalitesi yok. İntikam, ödeşme, adalet gibi senaryosunun müsait kıldığı hesapların peşine de düşmüyor. Zaten Monos’un derdi bunlar değil. Aynı anda hem vahşi, hem de şiirsel yönlerini gördüğümüz coğrafya ile ortak kaderi yaşamak zorunda bırakılmış bir grup çocuğun, tüm o askercilik oyunları arasından sızan masumiyetleri, hırsları, kıskançlıkları, öfkeleri, kimsesizlikleri, televizyona çıkıp dans etmek gibi saf hayallerinden inşa edilen küçük dev bir film. Lord Of The Flies ve Apocalypse Now’ın kulaklarını çınlattığı kadar, sık sık Terrence Malick inceliğinde ruhani bir doğa – insan ilişkisinin omuzlarında duruyor. Patagrande’yi (Bigfoot) canlandıran New York doğumlu Moises Arias dışındaki gençler oyuncu bile değiller. Ama bunu en ufak biçimde hissettirmeden oynayıp, ekrana müthiş yakışıyorlar. Fütüristik çellist Mica Levi’nin gerilimli seslerden ve minimal ezgilerden oluşan müziklerinin, TV ve kısa film geçmişi olan görüntü yönetmeni Jasper Wolf’un da muhteşem manzaralarının katkılarıyla 80 doğumlu Alejandro Landes, 2 milyon dolarlık bütçeli Monos’ta erken sayılabilecek biçimsel bir bilgelik sergiliyor.
Osman Danacı