Toskana’da tatil yapan biri Hollandalı, diğeri Danimarkalı olan iki aile tanışır ve birlikte takılmaya başlarlar. Aradan geçen ayların ardından, Patrick ve Karen çifti ile çocukları Abel’den oluşan Hollandalı aile, Bjørn ve Louise çifti ile kızları Agnes’ten oluşan Danimarkalıları kırsaldaki evlerine hafta sonu tatili için davet eder. İlk zamanlar her şey normal seyrinde ilerlese de, ev sahibi Hollandalı çift tuhaf davranışlar sergilemeye başlar. Christian Tafdrup ve Mads Tafdrup’un senaryosunu yazdığı, Christian Tafdrup’un yönettiği Speak No Evil, son yılların en dikkat çekici gerilimlerinden biri. Danimarkalı bir TV oyuncusu olan Tafdrup, aynı zamanda birkaç kısa film ve Speak No Evil ile birlikte üç uzun metraj çekmiş bir yönetmen. Hiç de gerilim filmi gibi başlamayan, filmin gerilim türünde olduğu bilgisini yanımızda taşıyorsak türlü senaryolar ve ataklar beklentimizi kıvrak hamlelerle savuşturan Speak No Evil, en güvenli diye bildiğimiz aile kurumu üzerinden çok etkili bir gerilim inşası oluşturuyor. Davet sahibi Hollandalılara göre daha mülayim bir aile olan Danimarkalılarla seyircinin özdeşlik kurabilmesini kolayca sağlayan Tafdrup, tarafını belli ettikten sonra ince ince ördüğü senaryosuyla her geçen dakika gizemli ve gergin anlar yaratıyor. Bunlardan teker teker bahsetmek filmin tadını kaçırabileceği için, gerilim seven seyircilere sunulmuş farklı deneyimlerinden biri olacağını söyleyerek ve genel ifadeler kullanarak filmi övmek mümkün. Zira ortada gerçekten övülmesi gereken bir film var.
Senaryo tarzı olarak, mizahı alınmış bir Ruben Östlund benzetmesi yapabileceğimiz Speak No Evil, sıradan durumların saniye saniye arttırılan gerilim dozunu çok iyi ayarlamış bir film. Yemeğe davet ettiğiniz kişilere hesabı ödetmek veya çocuğunuzu herkesin içinde tartaklamak gibi toplum içinde yaptığınızda can sıkıcı bir utanç iklimi yaratacak davranışların yaratacağı etkiyi kullanan Tafdrup, seyirciyi nelerin rahatsız edeceğine dair fikirleri hiç de uzaklarda aramıyor. Filmden bağımsız olarak, metroda sigara içen, kütüphanede bağıra çağıra konuşan, sinemada film esnasında telefonunu karıştıran veya her ortamda yüksek sesle küfür eden insanların sebep olduğu, toplum kodlarının dışına çıkan davranışların yarattığı o hep pusuda bekleyen rahatsız ediciliğin gözlemcisi olmak yetiyor. Bu istenmeyen durumlardan çıkarılabilecek gerilim de başka hiçbir şeye benzemiyor. Hayalet, canavar, doğaüstü olaylar vs. sayesinde yaratılan korku/gerilim atmosferlerini kurmak için başvurulan makyaj, kostüm, görsel ve işitsel efektlerle sağlanan avantajlardan yoksun olmak, belki de bu filmlerin en büyük avantajı haline geliyor. Speak No Evil de bu avantajları çok etkili biçimde kullanan filmlerden. Tafdrup, ağır ama emin adımlarla yükselttiği tansiyonu, karakterler arasındaki güç ve güçsüzlük üzerinden kuruyor. Benzerlerini sıkça gördüğümüz akran zorbalığını veya rahatsızlık uyandıran davranış dengesizliklerini yetişkinlere uyarlıyor. Fakat bunu yaparken çoğu senaryonun görmezden geldiği bazı önemli noktaları da görerek, direkt yaşadığımız hayatın içinden çıkma gerçekliklerin ürkütücü boyutlarına temas ediyor.
Danimarkalı aile, çok da iyi tanımadıkları bu Hollandalı ailenin hafta sonu davetini iyi niyetle kabul ediyor. Danimarkalı çift Bjørn ve Louise, ev sahiplerinin bazı tuhaflıklarına, hoyratlıklarına zaman zaman tepki gösterseler de, yine de bunun arkasında kötü niyet aramıyorlar. Tüm bu iyi niyet arama/bulma çabası, insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde sorun istemeyen, yapıcı, pozitif gerekçeler taşır. Oysa diğer yandan, her şeye tolerans göstermek de karşı tarafın olası kötü emelleri için boş alanlar yaratabilir. İşte senarist Tafdruplar, bu denli hoşgörülü, iyi niyetli, toleranslı olmanın yaratacağı duygusal açıkların suistimal edilmesi noktasında çok mühim ikilemler ortaya koyuyorlar. Hatta bir yerden sonra Hollandalı ailenin aymazlığı ve tekinsizliği, Danimarkalı ailenin iyi niyeti ve saflığından daha az sinir bozucu bir hal alabiliyor. Zorbalığa uğrayanın mağduriyetinin ana sebebi, onun zorbaya ne kadar müsaade ettiğiyle alakalı hale geliyor. Hatta filmde direkt bunu itiraf eden bir diyalog bile var. Bir şeylerin ters gittiğine dair sinyallerin alınmasına rağmen hala o tersliğe ihtimal vermemenin altında yatanın iyi niyet ile aptallık arasındaki gri alanda bulunması, bazı bedelleri kaçınılmaz kılıyor. Zira karşı taraf ne kadar çok güvenlik açığı bulursa o kadar cüretkar olmaya başlıyor. O çok merhedilen Avrupa nezaketi, hoşgörüsü, çağdaşlığı algısını ters yüz etmeyi seven Haneke, Östlund, Ozon gibi sinemacıların birtakım karakteristik özelliklerini ustaca uygulayan Tafdrup, sadece iki çekirdek aileyle bile kendini katmanlaştırabilen bir gerilim, hatta yaşananların dehşet verici mümkünatına binaen tüyler ürperten bir korku filmine adını yazdırıyor.
Son yıllarda artan, hatta Dardanne kardeşlerin yapaylaşmasına bile yol açan göçmen sorunu kaynaklı Avrupa toplumu eleştirilerine girmeyip, sadece Avrupa’nın iki güzide ülkesinden küçük numunelerle insanın iki farklı doğasının çatışmasına eğilen Christian Tafdrup, aile dinamiklerini de katık ederek sessiz ama çarpıcı bir kaos ortamı yaratıyor. Bu numunelerle aile reisi kabul edilen babaların, düzen koruyucu annelerin ve arada kalan masum çocukların hepsine ayrı kanallar açarak, daha çok da iki farklı karakterde baba üzerinden güçlü/zayıf tanımlaması yapıyor. Ama bu gücün tanımında, güçsüzün kendini ezdirmesi öne çıkıyor ki, filmin birkaç kritik noktasında alınan yanlış kararlardan da anlaşılacağı gibi bu güç sadece kas gücü değil, iyi niyetin körleştirdiği, hazırlıksız yakaladığı, pasifleştirdiği bir zayıflık olarak konumlanıyor. Kır evindeki her an, psikolojik gerilimin türlü suretleriyle giderek artan bir eziyete dönüşürken, her iki ailenin de beynin farklı sinirleriyle oynayan karar ve eylemleri, seyirciyle kurduğu interaktif bağ sayesinde rahatsız ediciliğini hep ayakta tutuyor. Sembolik olduğu kadar gerçekliğini sorgulayamayacağımız finaliyle de Hollywood klişelerinin tuzaklarına düşmüyor. Kendi ülke sinemaları dışında pek tanınmayan başarılı oyuncu kadrosunun performansları ve Sune Kølster’in filmin atmosferine çok uyan tüyler ürpertici müzikleriyle, bir anda yeni nesil korku/gerilim yönetmenleriyle aynı cümle içinde anılmaya başlayan Christian Tafdrup’un yazım/yönetimiyle Speak No Evil, bittikten sonra bile etkisini sürdüren, izleyeni korkunç bir döngüye hapseden o çıkışsız filmlerden.
Osman Danacı
odanac@gmail.com