Hasan Pulur, 13 Şubat 2002 tarihinde Milliyet’teki köşesinde Cem Yılmaz’la ilgili bir yazı kaleme alır. Yılmaz henüz Her Şey Çok Güzel Olacak (1998) ve Vizontele (2000) dışında sinema filmlerinde yer almamıştır. Pulur’un yazısı da sinemadaki Yılmaz’a değil, stand-up gösterileri yapan Yılmaz’a atfen yazılmıştır. Pulur yazısında özetle Yılmaz’ın sahne şovunda Türkiye’de yaşayanların davranışlarını, konuşmalarını, ikiyüzlülüklerini ve sahtekârlıklarını seyircinin yüzüne vurduğundan bahseder. Yılmaz’ın gösterisindeki performansın ve güldürü unsurlarının aslında Türk insanı için bir ayna işlevi gördüğünün altını çizer ve Yılmaz’ın Kel Hasan ve İsmail Dümbüllü’nün ahfadından bir “şehr-i komik” olduğunu, çağdaş meddah özellikleri taşıdığını belirtir.[1]
Pulur’un benzetmesinde hiç de yabana atılmayacak bir unsur vardır. Yılmaz’ın günümüzde çağdaş bir meddah olarak görülebileceği yorumu önemlidir. Altın çağını 19. yüzyılda yaşayan, Ramazan eğlencelerinin, bayramların, şenliklerin ve törenlerin vazgeçilmez unsurlarından biri olan meddahlık temelinde tek kişilik taklitli anlatma ve dinletme sanatıdır. Meddah, halkı eğlendirmek için tuhaf hikâyeler nakl ile mukallidlik yapan kişidir.[2] Meddahı diğer geleneksel temaşa sanatlarından ayıran önemli unsur ise, yabancılaştırmaya dayalı bir anlatısı yapısı tercih etmesidir. Yani Meddah’ın kendi anlattığı öyküye yabancılaşarak aktardıklarının abartılı olduğunun altını çizdiği; bir anlamda kendisiyle dalga geçerek öyküye ve kendine karşı özeleştiri yaptığı da söylenebilir.
Cem Yılmaz’ın sahne şovlarında meddahlarla çeşitli benzerlikleri göze çarpar. Yılmaz da sahne şovlarında sadece insanları değil, hayvanları ve nesneleri de taklit eder. Tek kişilik gösterisinde pek çok kılığa girer. Tek bir hikâye anlatmakla yetinmez. Özellikle 20. yüzyılda yaşayan meddahların yaptığı gibi ana hikâyeyi çeşitli yan hikâyeler, fıkralar ve şakalar yoluyla zenginleştirerek anlatır. Taklit yapıp hikâye anlatırken, kendisiyle de dalga geçer ve yabancılaştırma unsurunu göz ardı etmemeye dikkat eder. Yılmaz’ın kendi yazıp oynadığı filmlerde ise, sahnede yarattığı çağdaş meddah karakteri Yeşilçam’daki ikonik figürlerle birleşerek melezleşmeye başlar. G.O.R.A (2003), A.R.O.G (2008) ve son olarak ArifV216 (2017) filminde gördüğümüz Arif karakteri, Turist Ömer serisinden Sadri Alışık ve Cilalı İbo’dan Feridun Karakaya kırması bir karakterdir. Bu filmlerde Cem Yılmaz, Arif karakterinin bizatihi varoluşu nedeniyle Yeşilçam’a sevgi ve saygısını sunarken, öte yandan da sahne şovlarındaki meddahlıkla benzeşen anlatım ve taklit yeteneğini de karakterine taşır. Arif hem Yeşilçam’dan beslenen ve kodları Yeşilçam karakterleri ve filmleriyle çizilen hem de tek kişilik gösteri yapan bir forma bürünür.
Üç filmde de Arif çağdaş bir meddah olarak film sahnesinde diğer karakterlerden rol çalarak tek kişilik gösterisini gerçekleştirir. Modern kent yaşamının çıkmazlarını, insanının ikiyüzlülüğünü, hırsını, cehaletini, yozlaşmışlığını ama her şeye karşın içinde barındırdığı çocuksuluğu espri ve taklitleriyle ekrana taşır. Şehirde yaşayan ama hâlâ taşralı kimliğinden ve alışkanlıklarından uzaklaşamamış, sınıf atlamasına rağmen küçük esnaf zihniyetine tutunarak yaşamını sürdüren insanların düştükleri trajikomik durumlar üzerinden aslında temelde bireyin modernizmle yaşadığı çatışmalara ve bu süreçteki kör noktalara dikkat çeker. Sahne şovlarındaki düzenek bu şekilde filmlerde de devamlılık sağlar. Cem Yılmaz’ın kendi seyircisinin aşina olduğu komikliğinin filmlere de taşınması, film seyircisi için olumlu bir faktördür. Ancak filmlerin senaryolarında ve anlatımlarında bu etki bir dezavantaja dönüşür. Cem Yılmaz’ın gösterilerindeki gibi her dakika seyirciyi güldürme zorunluluğu hissetmesi, seyircinin filmle kurduğu ilişkiye zarar verir. Sürekli komiklik yapma şiarı, sinemadaki dramaturjiyi bozguna uğratan, yan karakterleri silikleştiren ve seyirciyi zorlayan bir yapıya da evrilir.
Ana Çatı ve Yan Hikâyeler
G.O.R.A ve A.R.O.G filmlerinden sonra Arif’in yolculuğunun devamı niteliğindeki ArifV216 filminde de benzer bir durum söz konusudur. Robot 216’nın dünyaya gelerek insan olmak istemesiyle başlayan hikâyede, temel sorun, hikâyenin başkarakterinin Arif mi yoksa Robot 216 mı olduğudur. Hikâyeyi sürükleyen şey Robot 216’nın insan olmak ve 1960’lardaki Yeşilçam filmlerindeki karakterler gibi âşık olmak istemesidir. Ancak Cem Yılmaz’ın sahne şovlarında pek çok kişiyi ve taklidi bünyesinde taşıyan, Yeşilçam’ın unutulmaz figürleriyle eklemlenerek nostaljik bir görünüm de kazanan Arif karakteri merkezdedir. Hikâyenin itici gücü Robot 216 olmasına karşın, olaylar yine Arif’in etrafında döner. Bu, senaryonun ana çatısını zorlar ve Yeşilçam klişeleri üzerine kurulan ana hikâyenin daha da geri plana düşmesine neden olur. Çatının düzgün kurulması ve ana hikâyenin iyi işlemesinin neden önemli olduğunu Ertem Eğilmez’den bir anekdotla kısaca aktaralım.
Eğilmez, Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı kitabının haklarını aldıktan sonra Arzu Film Ekolü’ndeki çekirdek kadronun olduğu masanın üzerine kitabı bırakır. Çocuklar şimdi biz bu kitabı çekersek, Hababam Sınıfı’nı çekmiş oluruz, ama bu çektiğimiz kitabı aynen yaparsak, o zaman bir öğrenci-öğretmen şakalaşması yapmış oluruz ki, bu da beş dakika sonra seyirciyi sıkar, der. Ekiptekiler, o zaman ne olacak diye sorar. Eğilmez de, önce ciddi bir mesele bulacağız ve ciddi bir meselenin üzerine bu konuyu ekleyeceğiz cevabını verir.[3] Eğilmez’in çektiği filmlerin hepsinde buna dikkat ettiğini görürüz. Eğilmez’in ciddi bir mesele diye bahsettiği şey, aslında elinden düşürmediği Lajos Egri’nin Piyes Yazma Sanatı kitabında altını çizdiği önermedir. Ana çatı, güncel ve toplumsal bir karşılığı da olan güçlü bir önerme üzerine kurulur. Yan hikâyeler, espriler, taklitler, yaşanmış hayat deneyimleri ve doğaçlamalar ana çatı üzerine eklemlenir. Ana çatı ve temel önerme her zaman merkezdedir.
ArifV216’da da esas önerme insan olma meselesidir, fakat yan unsurlar film boyunca hikâyenin önüne geçer. Filmde, tek başlarına birer film olacak kadar değerli yan hikâyeler ve yan karakterler vardır. Örneğin Çağlar Çorumlu’nun enfes performansıyla Zeki Müren, Farah Zeynep Abdullah’ın kendi ışıltısını kattığı Ajda Pekkan yorumu ya da filmin sürprizlerinden Erşan Kuneri… Bunların her biri hem oyunculuk hem de mizansen anlamında şahane olsa da, filmin içerisinde göz alan, yan hikâye olmaktan sıyrılmaya çalışan ve giderek filmin ana çatısından rol çalan unsurlara dönüşür. Filmin ana hikâyesinin üzerinde fazla durulmaması, renkli yan hikâyelerin televizyon skeçleri gibi kendi bölümlerinde seyircileri coşturması ve sahnenin tamamen yan hikâyelere teslim edilmesi filmin genel çizgisinde oynamalara yol açar. Dediğimiz gibi her biri tek başına göz alıcı buluşlar, ayrı filmlerin konuları olacak derecede önemli parçalar olabilir ama insan olmaya çalışan bir robotun yolculuğunda filmi dağıttıklarını da söylemek mümkündür.
Yeşilçam’ın Çift Uçlu Kullanımı
Cem Yılmaz’ın diğer filmlerinde olduğu gibi ArifV216’da da parçaların birbirine yapıştırılma ve ortak ruhun, “biz” vurgusunun ve kaybedilen değerlerin sunumu ve hatırlatılması bağlamında Yeşilçam öne çıkar. Robot 216 televizyonda izlediği Ediz Hun’la Filiz Akın’ın Kilyos sahilinde mutlu ve mesut bir pozlarından etkilenerek, eski siyah-beyaz filmlerdeki gibi âşık olmak istediğini dile getirir. Yeşilçam, burada film karelerine sıkıştırılmış salt bir nostalji unsuru olarak yer almaz. Eski güzel ve unutulan değerlerin yer aldığı, gidildiğinde her şeyin tozpembe olduğu bir düş fabrikası değildir. Üç Arkadaş’tan (1958) Hindistan Cevizi’ne (1967) kadar pek çok Yeşilçam klasiğine gönderme yapılarak nostaljik, hüzünlü kimi zaman da mizah unsuru olarak kullanılan bir Yeşilçam damarı yakalanmasına rağmen, Yeşilçam filmlerindeki siyah-beyaz renk paletine çizilen mutlu mesut tabloların da gerçeği yansıtmadığı ifşa edilir. Modern kent yaşamının çıkmazlarını bozguna uğratan Arif, Yeşilçam filmlerinin de yaldızlarını kazıyarak insanın dönemler geçse de çok değişmediğini ortaya koyar. Fakat Cem Yılmaz’ın gösterilerinde olduğu gibi, filmlerinde de eleştirellik yabancılaştırmayla iç içedir. Bu şekilde hem “geçmiş ne kadar güzeldi” nostaljisine bir set çekilir hem de finaldeki tiratla beraber geçmiş üzerinden unutulan değerler sergilenir. Finalde Arif hem günümüz seyircisine hem de Yeşilçam’ın altın çağlarını yaşadığı 1960’larda yaşayanlara değerleri hatırlatır. Dolayısıyla Yeşilçam bir kaçış ve nostalji alanı olmaktan çıkarak, Robot 216’nın yolculuğunun ve “gerçekleri” fark etmesinin sağlandığı işlevsel bir mekâna dönüşür. Düşler fabrikası mitinden yola çıkarak gerçekle yüzleşmenin yaşandığı bir yere evrilir.
Henri Bergson toplumdan uzaklaşan insanların gülünç olduğunu, komiğin büyük ölçüde toplumdan uzaklaşmayla doğduğunu söyler. Bergson’a göre komik, topluma ve düzene uyum sağlayamayandır.[4] Ancak Arif karakterinin komikliği Bergson’un söylediğinin antitezidir. Arif her gittiği ortama fazlasıyla uyum sağladığı için komiktir. Arif ilkçağda da uzayda da, 1960’larda da rahatça yaşayabilmektedir. Arif’in zamanlar ve mekânlar üstü bir durumu vardır. Arif’in yaşama refleksleri ve varoluşsal güdüleri ise sıklıkla Yeşilçam filmlerinin kahramanlarından, en çok da Turist Ömer ve Cilalı İbo’dan gelir. Onların her duruma ve her çağa ayak uyduran, uyanıklıkları ve taşıdıkları değerler Arif’te de mevcuttur. Böylece Yeşilçam klişeleri, filmdeki parçaları birbirine bağlayan harç görevini üstlenmelerinin yanında bir aşinalık ve her yere ve her duruma uygulanabilirlik de katar. Kuşkusuz, Yeşilçam Cem Yılmaz için kolay bir şekilde açıklanabilecek, basit bir anlamı olan bir film endüstrisinin çok ötesindedir. Yılmaz güldürülerinde Yeşilçam üzerinden geçmiş ile şimdi arasında bir köprü kurmayı da başarır. Pek Yakında (2014) filminde olduğu gibi ArifV216’da da Yeşilçam’la birlikte dönemin popüler kültürünü de canlandırma imkânı yakalar.
ArifV216 bütün renkli karakterlerine, dönem atmosferine ve cümbüşüne karşılık yazının başında da mevzu bahis ettiğimiz Cem Yılmaz’ın sinema filmlerinde bir türlü gösterilerindeki meddahlık havasından çıkarak kendi rolünün sınırları içerisinde hareket eden bir oyuncuya dönüşememesi nedeniyle güç kaybeder. Yılmaz’ın canlandırdığı Arif karakterinin sürekli espri yapma, hikâye anlatma ve komik olma durumu ana çatının aksamasına, temel eksenin bozulmasına yol açar. Mizahın, dramanın ve aksiyonun daha dengeli olacağı, ana çatının da yan hikâyeler kadar görünür ve sağlam olacağı bir senaryonun içinde Yılmaz’ın da başarısı şüphesiz artacaktır.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com
Kaynakça
[1] Hasan Pulur, “Cem Yılmaz’ın Elinde Bir Ayna”, Milliyet, 13 Şubat 2002.
[2] Şemseddin Sami, Kâmûs-ı Türkî, İstanbul: Çağrı Yayınları, 1989, s. 1311.
[3] Hakan Aytekin, İrfan Eroğlu, “Ertem Eğilmez’in Sinema Perdesini Senaryo Penceresinden Aralamak”, Cem Pekman (Der.), Filim Bir Adam: Ertem Eğilmez, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2010, s. 79.
[4] Henri Bergson, Gülme: Komiğin Anlamı Üstüne Deneme, Çev. Yaşar Avunç, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2006, s. 75.