Filmekimi, her yıl olduğu gibi, saygın festivallerde gösterilmiş, ödüller almış, eleştirmenlerin ve izleyicilerin ilgisini çekmiş ve merakla beklenen yeni yapımları içeren zengin programıyla Ekim ayının en çok konuşulan sinema etkinliği olacak. Bu yılki programda özellikle Cannes Film Festivali, Venedik Film Festivali ve Karlovy Vary Film Festivali seçkileri öne çıkıyor.
GARANTİLİ FİLMLER
1. Fallen Leaves (Sararmış Yapraklar)
Aki Kaurismaki’nin Cannes’da herkesin yüreğini ısıtan ve Jüri Ödülü’nü kazanan son filmi, dünyanın geldiği hali dert edinen tatlı ve hüzünlü bir romantik komedi. Helsinki’de bir gece’de iki yabancının tesadüfi karşılaşması; Kaurismäki’ye has sessiz kopukluklar, Nordik mizah, melankoli ve şarkılarla dolu.
2. Poor Things
Sıradışı yöntemleriyle dikkat çeken dahi doktor Godwin Baxter, ölen Bella’yı tıpkı Dr. Frankenstein gibi diriltir. Dünyayı kendi gözleriyle görmeye aç Bella, havalı bir avukatla kaçıp birlikte kıtaları aştıkları bir maceraya atılır; döneminin önyargılarından ve baskıcı kafasından azade yeniden doğduğu için eşitlik ve özgürlüğün savunucusu olur.
3. The Zone of Interest
Cannes Film Festivali’nde Büyük Ödül’ü kazanan film, kötülüğün sıradanlığına dair alışılmadık bir bakış sunuyor. Auschwitz kumandanı Rudolf Höss, eşi Hedwig, çocukları ve hizmetkârlarıyla rüya gibi bir hayat sürmektedir. Öyle ki, ölüm kampının duvarına bakan muhteşem evleri tam da tren raylarıyla gaz odaları arasındadır. Martin Amis’in aynı adlı romanından uyarlanan bu çarpıcı film çiçekli, geniş bahçeleri, seraları ve havuzlarında keyif süren Höss ailesinin başlarına ölüm külleri serpilirken süregiden sıradan gündelik yaşamını gözlemliyor.
4. The Boy And The Heron (Çocuk ve Balıkçıl)
Yılın en çok beklenen animasyon filmi, büyük usta Hayao Miyazaki’nin on yıl aradan sonra sinemaya muhteşem dönüşü… Toronto Film Festivali’nin açılış filmi olarak gösterilen Çocuk ve Balıkçıl, İkinci Dünya Savaşı sırasında geçiyor ve küçük Mahito’yu izliyor. Büyümek ve yas tutmak hakkında derinlikli bu fantezi, Miyazaki’den beklediğimiz üzere muhteşem bir görsel dünya, olağanüstü renkler ve sürekli canlı tutulan gizemler içeriyor.
5. Perfect Days
Adını Lou Reed’in eşsiz klasiği “Perfect Day”den, ilhamını bir kentsel yenileme projesinden alan Perfect Days, günlük hayatın güzelliklerini keşfe çıkan dingin bir başyapıt. Etkileyici performansıyla Cannes Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülü kazanan Kôji Yakusho, işini mutluluk ve benzersiz bir disiplinle yapan bir umumi tuvalet temizleyicisini canlandırıyor.
6. Anatomy of a Fall (Bir Düşüşün Anatomisi)
Altın Palmiye ödüllü Bir Düşüşün Anatomisi, Fransız Alpleri’nde bir kulübede kocası Samuel ve görme engelli oğluyla izole bir yaşam süren Alman yazar Sandra’yı izliyor. Samuel yüksekten düşerek ölür fakat soruşturma sonucunda ölüm nedeninin intihar mı kaza mı olduğu kesinleşmeyince Sandra cinayet suçlamasıyla tutuklanır. Samuel’in ölümünün sorgulandığı mahkeme süreci, çiftin çalkantılı ilişkilerinin de derinine inen rahatsız edici ve tatsız bir psikolojik yolculuğa dönüşür.
7. Monster (Canavar)
Sıradışı aileleri filmlerine konu eden Japon usta Koreeda, bu kez bir kasaba okulundaki olayları, üç kahramanının gözünden anlatıyor.
8. The Book of Solutions (Çözümler Kitabı)
Michel Gondry, sekiz yıl sonra beyaz perdeye dönüyor! The Book of Solutions’ta yönetmen kendi deneyimlerinden esinlenirken zor durumdaki bir sinemacının komik bir portresini çiziyor. Alter-egosu olan bipolar ve paranoyak yönetmen Marc, ekibini taşraya taşıdıktan sonra yaratıcılık dalgası yıkıcı bir fikir fırtınasına dönüşüyor ve kendisi dahil herkesi çıldırtıyor.
9. The Old Oak (Umudunu Kaybetme)
Umudunu Kaybetme, Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarıştı. İngiltere’nin kuzeydoğusunda bir maden kasabasında geçen film madenin kapanmasının ardından sistem tarafından gözardı edilenlerin hikayesini anlatıyor.
10. Priscilla
Film, daha yeni yetme yaşlardaki Priscilla Beaulieu’nun bir partide rock’n’roll dünyasının dev yıldızı Elvis Presley’yle tanışmasıyla başlıyor. Elvis kısa zamanda Priscilla’ya heyecan aşılayan bir âşık, yalnızlığını paylaşacağı bir yoldaş, hassas bir dost oluyor. Çizdiği son derece duygu yüklü, olağanüstü ayrıntılı bu aşk ve şöhret portresinde Sofia Coppola, dünyayı sallamış bir efsaneyi eşinin bakış açısıyla gözlemlerken bir yandan çalkantılı bir evliliğin karanlıkta kalan noktalarını aydınlığa kavuşturuyor.
KAÇIRILMAMASI GEREKENLER
1. The Teachers Lounge (Öğretmenler Odası)
Yönetmen İlker Çatak, bir okulda arka arkaya gerçekleşen hırsızlık olaylarını çözmeye karar veren öğretmen Carla’nın yaşadıkları üzerinden Almanya’da ırk ve kimlik meselelerini ele alıyor.
2. Io Kapitano (Kaptan Benim)
Gomorra, Dogman ve Pinocchio filmlerinin yönetmeni Matteo Garrone’ye Venedik’te En İyi Yönetmen dahil 12 ödül kazandıran yeni filmi, dünyayı görüp rap yıldızı olmayı hayal eden iki delikanlının Senegal’den Avrupa’ya gidiş çabalarını anlatıyor. Giriştikleri öyle zorlu bir yolculuk ki, tıpkı çağdaş bir Odisseia gibi amansız çölden Libya’daki işkence dolu ceza kamplarına, oradan da uçsuz bucaksız açık denize uzanıyor.
3. The Settlers (Sömürgeciler)
The Settlers, tarih kitaplarından silindiği gibi Şili’nin ulusal hafızasından da kaybolan bir soykırımı konu alıyor. Felipe Galvez, hakikatle resmi tarih arasındaki farkı su yüzüne çıkararak çarpıcı bir dönem filmine imza atıyor.
4. The Pot au Feu (Şeflerin Aşkı)
Tran Anh Hung’a 76. Cannes Film Festivali’nden En İyi Yönetmen ödülü getiren The Pot au Feu, 1800’ler Fransa’sında geçen sıradışı bir tarihsel dram. Uzun uzadıya reçete paylaşma, yemek hazırlama, sunma ve en nihayetinde yeme ritüellerinden oluşan bu film, seyircinin aklını başından alan sahneler arasında son derece etkileyici bir aşk hikâyesi de anlatıyor. Gurme Dodin ve aşçısı Eugénie’yi Benoît Magimel ve Juliette Binoche canlandırıyor.
5. The Delinquents (Kabahatliler)
Monoton hayatlarından bezen banka memuru iki arkadaş, çalıştıkları bankayı soyarak kendilerini kurtarmaya karar verir. Peki bu para, Román ile Morán’ın mutluluğu için yeterli olacak mıdır? Sinemasal niteliğinden ödün vermeden komediyi başarıyla sırtlanan Kabahatliler, içimizi karartan suçluluk hissini hayata, gerçek özgürlüğe ve nasıl paraya mahkûm olduğumuza dair umut dolu bir öyküye dönüştürüyor.
6. How to Have Sex? (Nasıl Seks Yapacağız?)
Cannes’da Belirli Bir Bakış-En İyi Film ödülünü kazanan “Nasıl Seks Yapacağız?”, Güneş Sonrası’nın görünmeyen yüzü gibi. Kadınlar arası dostluğa odaklanan, gençlerin cinsel hayatlarına düşünceli bir bakış atan ama klişeler tuzağına düşmeyen bir büyüme hikâyesi.
7. Inside the Yellow Cocoon Shell (Altın Kozanın İçinde)
Toplumsal ön yargılardan kurtulmak, kendi gerçek benliğimizle yeni biri olmak mümkün. Cannes’ın En İyi İlk Filmi seçilerek Altın Kamera Ödülü’nü alan Altın Kozanın İçinde’nin başkahramanı Thien’in büyüleyici manzaralarla dolu yolculuğu ona bu fırsatı verecek. Kendisinin bile unuttuğu anılar, bastırdığı arzuların yüzeye çıktığı rüyalar ve hayallerle kendi varoluşunu sorgulatacak.
8. May December (Bir Skandalın Peşinde)
Film, yıllar önce 13 yaşında bir çocukla ilişki yaşaması ve sonrasında evlenmesi bir skandala sebep olan Gracie ve onun hayatını anlatan bir filmde başrol oynayacak aktris Elizabeth’in yollarını kesiştiriyor.
9. Les Indésirables (İstenmeyenler)
Sefiller ile büyük ilgi toplayan Ladj Ly’nin yeni filmi, Toronto Film Festivali’nde dünya prömiyerini yaptı. Sefiller‘de olduğu gibi, Paris dışında ihmal edilmiş bir ilçede geçen film, benliklerinden ödün vermeden kendilerine yer açmaya çalışan bir topluluğun sert, tavizsiz, gayet kişisel ve gayet politik bir portresini çiziyor.
10. All of Strangers
Weekend ve 45 Years ile büyük başarı kazanan Andrew Haigh’in başrolünü Paul Mescal’in üstlendiği yeni filmi kalbinizi önce ısıtacak, ardından da binbir parçaya bölecek. Londra’da oturduğu neredeyse bomboş binada Adam bir gece tesadüfen gizemli komşusu Harry ile karşılaşır. Adam’ın tekdüze yaşamı bu karşılaşma sonrası alt üst olur. Aralarında bir birliktelik filizlenir fakat anılarının hayaletleri Adam’ın peşini hiç bırakmaz; Adam kendini annesiyle babasının 30 yıl önce öldüklerinden beri yaşar gibi göründükleri, çocukluğunu geçirdiği eve geri döner. Hüzün ve aşkı derinlemesine işleyen bu dokunaklı hayalet hikâyesi eleştirmenler tarafından “zamansız bir başyapıt; yılın en iyi filmlerinden biri” sözleriyle övülüyor.
MERAK ETTİKLERİMİZ
1. Fremont
Eleştirmenlere göre “Jim Jarmusch filmlerine benzer bir hava estiren” Fremont, gerçek hayatta da Afganistan göçmeni olan Anaita Wali Zada ve Jeremy Allen White’ı bir araya getiriyor. Kendisi gibi göçmenlerle birlikte aynı binada oturan Donya’nın heyecansız hayatı; çalıştığı yerde sattığı kurabiyelerin içine yerleştirdiği fallarla dünyaya mesajlar gönderdiğinde değişmeye başlayacak!
2. Four Daughters (Dört Kızkardeş)
Four Daughters’ta izleyicisini gördüğü gerçekliği sürekli sorgulamaya iten Kaouther Ben Hania, belgesel ve kurmacanın iç içe geçtiği bir yapı kuruyor. Cannes’da Altın Palmiye için yarışan bu ödüllü belgesel; aile, hafıza, travmaların kuşaktan kuşağa aktarımı, kadın dayanışması, umut ve şiddet gibi kavramlara değinerek toplumsal yapıyı sorguluyor.
3. La Bete (Yaratık)
Yapay zekânın her yanı kuşatıp baskın teknoloji olduğu yakın bir gelecekteyiz. İnsanların duyguları artık tehdit olarak algılanmaktadır. Gabrielle, DNA’sını saflaştırarak duygularından arınmak amacıyla geçmiş yaşamlarına geri döner. Her defasında büyük aşkı Louis ile bir araya gelen Gabrielle’in içi ne yazık ki her defasında korku dolar, her an büyük bir felaketle karşı karşıya kalacağı önsezisi benliğini boğmaktadır. 1910’dan 2044’e, Paris’ten Los Angeles’a seyahat eden bu dokunaklı ve romantik bilimkurgu, ilk gösterimini Venedik Film Festivali’nde ana yarışmada yaptı.
4. Black Box (Kara Kutu)
Aslı Özge’nin bu son filmi, Münih Film Festivali’nde dünya prömiyerini yaptı. Ortak yapımcılığı Dardenne kardeşler tarafından üstlenilen film, eleştirmenlerce “şimdiden yılın en iyi Alman filmlerinden biri”, “Alman orta sınıfının yüreğine bir bakış atan mükemmel bir gerilim” sözleriyle övülüyor.
5. Daaaaaali!
İnanılmaz Ama Gerçek ve Deri Ceket gibi absürt komedilerin sıradışı yönetmeni Quentin Dupieux, gerçeküstünün zirvesine erişiyor ve Salvador Dalí’ye benzersiz bir saygı duruşunda bulunuyor. Venedik Film Festivalinde yarışma dışı gösterilen ve izleyicileri kahkahaya boğan Daaaaaali!, efsanevi sanatçı ile başarısızlığa mahkûm bir belgesel projesi için onu ziyaret edip duran bir Fransız gazeteciyi gözlemliyor. “Elbette bu bir fantezi, son derece hayran olduğum, bayıldığım bir kişinin etrafında çıkılmış bir seyahat” diyor Dupieux, “Dalí’nin dediği gibi, asıl başyapıtı, kişiliği. Benim filmim de naçizane bunun hikâyesini anlatıyor.”