Ana sayfa Haber 21. Adana Altın Koza’nın Programı Açıklandı

21. Adana Altın Koza’nın Programı Açıklandı

996
0

Bu yıl 15-21 Eylül 2014 tarihleri arasında düzenlenecek Adana Büyükşehir Belediyesi 21. Altın Koza Film Festivali için geri sayım başladı.
Ülkemizin önemli kültür – sanat etkinliklerinden biri kabul edilen festival, bu yıl da ülkemizden ve dünyadan kısa ve uzun metraj filmler ile belgeselleri sanatseverlerle buluşacak. Festivalin gösterim bölümünde dünyadaki çeşitli festivallerden ödül almış filmlerin Türkiye prömiyerleri gerçekleşecek. Festivalde 205 film sinemaseverlerin beğenisine sunulacak. 
Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması, Akdeniz Ülkeleri Kısa Film Yarışması ve Ulusal Öğrenci Filmleri Yarışması yılın iddialı yapımlarının çekişmesine sahne olacak.
Bunların yanı sıra atölye çalışmaları, söyleşiler, sergiler, konserler de festival kapsamında sanatseverlerle buluşacak.

Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması
Son bir yıl içinde çekilmiş Türk filmlerinin başvurduğu yarışmada, 12 film jüri önüne çıkacak.
Finalist filmler şöyle:
Balık / Yönetmen: Derviş Zaim
Beni Sen Anlat  / Yönetmen: Mahur Özmen
Deniz Seviyesi / Yönetmen: Nisan Dağ, Esra Saydam
Firak / Yönetmen: Halil Özer
Gittiler: Sair ve Meçhul  / Yönetmen: Kenan Korkmaz
İçimdeki Balık  / Yönetmen: Ertan Velimatti Alagöz
Neden Tarkovski Olamıyorum? / Yönetmen: Murat Düzgünoğlu
Nergis Hanım / Yönetmen: Görkem Şarkan
Silsile / Yönetmen: Ozan Açıktan
Toz Ruhu / Yönetmen: Nesimi Yetik
Yağmur: Kıyamet Çiçeği / Yönetmen:  Onur Aydın
Yola Çıkmak / Yönetmen: Evren Erdem
Dünya Sineması
Festival yine dünya sinemasının seçkin örneklerinin Türkiye Prömiyerlerini gerçekleştiriyor. İşten atılmanızı engelleyecek tek şey mesai arkadaşlarınızın alacakları primden vazgeçmeleri olsaydı, ne olurdu? İki Gece, Bir Gün (Two Days, One Night) bu basit ama devasa ikilem üzerinden dayanışma ruhunu hatırlatıyor. Oscar’lı Fransız kadın oyuncu Marion Cotillard, patronun işçiyi işçiye düşürüp kenara çekildiği bu ahlaki ikilemde başrolde. Cotillard’ın bir hafta sonu boyunca işini kaybetmemek için diğer çalışanları iknaya çalışması, insan onurunu sınava tabi tutuyor. İki Altın Palmiye sahibi Belçikalı kardeş yönetmenler Jean-Pierre ve Luc Dardenne de yine yarıştıkları Cannes’da “Oyuna gelmemek gerek. Bu ekonomik değil ahlaki bir seçimdir. Dayanışmaya inanıyoruz” demişlerdi.
Güvenlik ve refah adına yetki verdiğiniz ama aksine sömürüldüğünüz devlet ve sistemde haliniz ne olur? Cannes’da en iyi senaryo ödülü alan Leviathan, günümüz Rusya’sının yükselişindeki yolsuzluk ve ahlaki çöküşü anlatan derin bir yozlaşma filmi. Nitekim Kremlin’in de memnuniyetsizliğini açıkladığı üzere yetenekli sinemacı Andrey Zvyagintsev, sıradan bir vatandaşın mağduriyeti üzerinden din, devlet ve mafya sarmalını eleştiriyor. İlk filmi “Dönüş” le (2004) baş tacı ettiğimiz yönetmen, filmin adını Eski Ahit’teki deniz canavarı ve İngiliz felsefeci Hobbes’ un ‘toplumsal sözleşmeyi önerdiği ünlü kitabına nazire “Leviathan” koymuş.
83 Yaşındaki efsane Fransız sinemacı Jean-Luc Godard, üç boyutlu yeni filmi Dile Veda (Goodbye to Language) filmiyle Cannes’da Jüri Özel Ödülü aldı. Yaratıcı görselliğiyle öne çıkan film, kadın- erkek ilişkileri, totalitarizm, Nazi iktidarı gibi 20. yüzyılın en önemli meselelerinden yola çıkarak insanoğlunun her daim bel bağladığı ama kuramadığı iletişimsizlikten dem vuruyor, varoluş açmazımızı müstehzi bir edayla parmağına doluyor.
Bir başka üstat, Kanadalı yönetmen David Cronenberg’in Hollywood taşlaması Yıldız Haritası (Maps to the Stars) da gayet müstehzi ve eğlenceli. Ünlülerin karanlık sırlarla dolu yaşamlarını ve yüzeysel ilişkilerini tiye alan filmde orta yaş sınırındaki gözden düşmüş ve nerotik eski bir starı canlandıran Julianne Moore’un Cannes’da en iyi kadın oyuncu ödülü alması şaşırtıcı değil. Robert Pattison ve Mia Wasikowska gibi genç starlar da cabası.
Genç İtalyan kadın yönetmen Alice Rohrwacher, Mucizeler (The Wonders) filmiyle Cannes’daki ustaların arasından sıyrıldı ve ikincilik anlamına gelen Büyük Jüri Ödülü’nü kazandı. Taşrada arıcılık yapan bir aile üzerinden çevrecilikten azınlık sorunlarına kadar muhtelif konulara değinen filmin merkezinde incelikli bir yeni yetme hikâyesi var.
İngiliz işçi ve orta sınıfı insanlarına dair yaptığı şahane incelikteki filmleriyle sevdiğimiz Mike Leigh, bu kez ünlü ressam Turner’ın (1775-1851) hayatından bir kesimi anlattığı Mr. Turner’la karşımızda. Başroldeki kadim dostu ve favori oyuncularından Timothy Spall’ın Cannes’da En İyi Erkek Oyuncu ödülünü aldığı film, soyuta yakın tablolarının renk ve dinamiğiyle nice sinemacıya ilham olmuş ressamın ilham ve açmazlarını anlatıyor. Görüntü yönetmeni Dick Pope’un tablo misali görüntüleriyle öne çıkan film, ressamın dramatik çözülme anlarını incelikle verişiyle takdire şayan.
İngiliz üstat Ken Loach’un İrlanda’daki bağımsızlık mücadelesi sonrası, 1930’lardaki politik baskıları anlattığı Jimmy’s Hall, bu yıl yarıştığı Cannes’a dayanışma havası getirmişti. 2006’da Altın Palmiye kazandığı “Özgürlük Rüzgârı” ndan sonra yeniden İrlanda açmazına dönen Loach, memleketinden sürgün edilen tek İrlandalı olarak tarihe geçen Jimmy Gralton’ın yaşamından bir kesit anlatıyor. Jimmy, İngiltere’ye karşı bağımsızlık yandaşı olduğundan ABD’ye kaçmak zorunda kalmış ve 10 yıl sonra döndüğü köyünde yeniden açtığı halkevi nedeniyle kilise ve yöre zenginlerinin tepkisini toplamıştı.
Ünlü oyuncu Asia Argento, 10 yıl aradan sonra Incompresa filmiyle yeniden kamera arkasında. Boşanma arifesindeki sanatçı ailesi tarafından ihmal edilen Aria adındaki dokuz yaşındaki kızın 1980’lerde yaşanan öyküsünde kuşkusuz Argento’nun kendi geçmişinden de izler var ama yönetmen bu kez kara mizahı eksik etmemiş. Sadece kedisinden teselli bulan Aria sevgisizlik ve yanlış anlaşılmanın sarsıntısıyla beklenmedik bir karar verecektir. Dünya prömiyerini Cannes’da yapan filmde Charlotte Gainsbourg de rol alıyor.
Güzel bir Noel gecesi arifesi, bir yabancının beklenmedik trajik ölümü, iki aile ve olaylara dair üç farklı bakış açısı; kara film türündeki İnsan Sermayesi (Human Capital) aslında kapitalizmin açgözlülüğü ve insan hayatına biçilen değersizliğini öne çıkarıyor. Bu yıl İtalyan Oscarları sayılan Donetalla’da en iyi film de dahil yedi ödül kazanan ve gişe hasılatı kıran filmde İtalyan sinemasının iki önemli kadın oyuncusu Valeria Golina ve Valeria Bruni Tedeschi de var. Stephen Amidon’un çok satan aynı adlı kitabından uyarlanan filmin ödüllü yönetmeni Paolo Virzi, bir cinayet gizeminden yola çıkarak ünlü Como gölünün yakınlarındaki bir grup insanın para takıntısını, kültürel ve sınıfsal açmazları şık ve rafine bir anlatımla kotarmış.
Afrika, Afrika…
Afrika sinemasının en önemli sinemacılarından Abderrahman Sissako’nun bu yıl yarıştığı Cannes’da Ekümenik Jüri Ödülü’nü kazanan filmi Timbuktu, her türlü baskıya rağmen insanın varoluş güdüsünü öne çıkarıyor. Can alıcı konusuna rağmen şiddeti açıkça göstermeden ve hatta yasakların nasıl da absürde tekabül ettiğini gündelik detaylarla ve arada şiirsel dokunuşlarla gösteren film, muhtelif kadın portreleriyle de gayet cesur. Ülkesi Mali’nin kuzeyinde şeriat yasalarından dolayı futbol, müzik gibi gündelik keyiflerin dahi yasaklanmasıyla yaşanan sıkıntıları incelikli ve mizahi bir bakışla anlatan film, insana dair umudunu koruyor. Yönetmen, şeriat yasalarına göre taşlanan bir kadının haberinden yola çıkmış.
Cesaret (Difret), Afrika’da yaşanan bir başka insanlık trajedisini konu alıyor. Sundance ve Berlin’den seyirci ödüllü film, Etiyopya’da 1996 yılında ‘geleneklere uygun şekilde’ kaçırılarak evlendirilmek istenen 14 yaşındaki çocuk gelinin tecavüzcüsünü öldürmesi üzerine başlayan yargı sürecini anlatıyor. Bir kadın avukatın davayı üstlenerek ‘nefsi müdafaa’ savunmasıyla ölüm cezasından kurtardığı genç kızın yaşadıkları ülkedeki benzer trajedilerden sadece birisi. İlk filmiyle Zeresenay Berhane Mehari, memleketindeki gelenekler ve medeni yasalar arasındaki uçurumu da vurguluyor.
Beyaz Gölge (White Shadow) Afrika’dan inanması zor ama gerçek bir ‘insan avını’ anlatıyor. Venedik ve Sundance’ten ödüllü filmin yönetmeni Noaz Deshe, Tanzaya’da ‘büyücü doktorlar’ tarafından organları kullanıldığı için büyük paralar karşılığı resmen ‘avlanan’ albinoların trajedisini konu almış.
Çatışma her yerde…
Suriye’deki iç savaşta yaşanan dehşeti en iyi anlatan belgesel olarak nitelenen Gümüşlü Su, Suriye’nin Otoportresi (Silvered Water, Syria Self-Portrait)’nin iki yönetmeni Wiam Simav ve Ossama Mohammed’e göre aslında film ‘1001 Suriyeli tarafından çekildi’. Filme Suriyelilerin cep telefonlarıyla çektikleri görüntüleri de ekleyen sinemacılar, kuşatma altındaki Homs kentinden ürpertici anları olanca gerçekçiliğiyle aktardıkları kadar kişisel deneyimlerini de yansıtmışlar.
Sibel Kekilli’nin başrolde oynadığı Ayrılık’la tanıdığımız Avusturyalı yönetmen Feo Aladağ, ikinci filmi İki Dünya Arasında (Zwischen Welten) ile Afganistan açmazına bakıyor. Çatışma ortasındaki bir Alman asker (Ronald Zehrfeld) ve çevirmen Afgan genci (Mohamad Mohsen) arasındaki dostluğu anlatan filmi olay mahallinde, Afganistan’da çekilmiş. Birbirine yabancı iki kültürün savaş âleminde buluşmasını anlatan film, farklılıklarımızdan ziyade insani açıdan benzerliklerimizle ilgileniyor, vicdan ve emirlerin birbiriyle çatışmasının altını çiziyor.
Cezayir asıllı ünlü Fransız yönetmen Rachid Bouchareb Düşmanın Yolu (La Voie de l’Ennemi) ile bu kez ABD-Meksika sınırında geçen bir öykü anlatıyor. Sınır kasabası şerifi Harvey Keitel, hapisten yeni çıkan ve Müslüman olup tövbe etmiş olan Forest Whitaker’a inanmadığı için onu yeniden cezaevine göndermeye uğraşıyor. Tatlı sert mizacıyla ona yardımcı olmaya çalışan şartlı tahliye memuru Brenda Blethyn’in çabası yeterli olacak mı? Bouchareb, 1973 tarihli aynı adlı Fransız orijinalinden serbestçe uyarladığı filmde usta oyunculara yer vermiş.
Bir İnsanı Öldürmek (To Kill a Man), ailesine sataşanlara karşı çaresiz kalan ve yasalarla dahi adalet sağlayamayan halim selim bir babanın çaresizliği üzerinden bir intikam öyküsü anlatıyor. Bu ilk filmiyle Sundance Film Festivali’nde Büyük Jüri Ödülü’nü kazanan Şili sinemasının genç yönetmenlerinden Alejandro Fernandez Almendras’dan çarpıcı bir suç ve ceza öyküsü.
Son dönem yükselişteki Yunan sinemasından çarpıcı bir örnek olan Stratos, kiralık bir katilin cinayetleri üzerinden ülkenin içinde debelendiği ekonomik kriz dönemindeki ruhsal ve ahlaki çöküşü anlatıyor. Yannis Economides, bu dördüncü filminde yine etkileyici bir atmosfer yaratmış. Başrolde ise Yunanistan’ın tanınmış oyuncularından Vangelis Mourikis var.
Çin’in kuzeyindeki küçük bir kasabada işlenen cinayetler, polis takibi, çatışmalar ve katilin peşinde yıllara uzanan bir sır. Polisiye türünün sağlam örneklerinden olan Diao Yinan’ın yönettiği Çin yapımı İnce Buz, Kara Kömür (Black Coal, Thin Ice), bu yıl Berlin’de hem büyük ödül Altın Ayı’yı kazandı hem de işinden atılan ama sonradan olaylara dahil olan polisi canlandıran başrol oyuncusu Liao Fan En İyi Erkek Oyuncu ödülüne layık görüldü.
İlk filmi “Marian” ile öne çıkan Çek yönetmen Petr Vaclac, yeni filmi Çıkış (The Way Out)’da genç bir Roman kadınının gündelik hayattaki mücadelesini anlatıyor. Azınlıklara karşı toplumsal önyargılar ve kendi çevresindeki geleneksel bakış arasında sıkışan genç kadın rolündeki Klaudia Dudova, oyunculuğuyla övgüler topladı.
Farklı olana karşı önyargılar ve engellemelere karşı direnme çabası 25 yaşındaki Rus sinemacı Ivan I. Tverdovsky’in de derdi olarak Islah Sınıfı (Correction Class)’ta karşımıza çıkıyor. Bedensel engelli genç bir kızın evdeki eğitimden sonra hevesle başladığı okulda karşılaştığı sorunları anlatan film, Karlovy Vary Film Festivali’nin ‘Batının Doğusu’ yarışmasında en iyi film ödülünü aldı.
Tuncel Kurtiz Anısına
Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz Tuncel Kurtiz’in anısına, Türkiye’de gösterilmesini çok arzu ettiği Korkunun Karanlık Gölgesi (Dunkle Schatten der Angst) (1992) yıllar sonra Altın Koza vesilesiyle seyirciyle buluşacak. Kurtiz’in yanı sıra Nur Sürer, Anette Uhlen, Aykut Kayacık gibi oyuncuların da yer aldığı film, Berlin’e gelerek Almanya’ya iltica etmek isteyen ama hiç konuşmadığı için memleketi, dili veya derdiyle ilgili ipucu vermeyen bir kadın aracılığıyla Türkiye’nin yakın tarihinden travmaları ortaya çıkarıyor. Alman otoritelerinin baskısına rağmen olayın gizemini çözmeye kararlı bir doktor, kadının sessizliğinde saklı sırları yani işkenceye uzanan politik baskıların yarattığı dehşeti anlayacaktır. Alman yönetmen ve oyuncu Konstantin Schmidtz, aslında yabancımız değil. 1991 yılında Oscarlı “Umuda Yolculuk ”ta oyunculuk yapmış ve aynı yıl yine Tuncel Kurtiz ile çalıştığı “Seni Seviyorum Almanya / Ich liebe Deutschland”u yönetmişti.
Çolpan İlhan Anısına
Festivalde bu yıl kaybettiğimiz usta oyuncu Çolpan İlhan anısına, Ömer Lütfi Akad’ın 1959 yapımı Yalnızlar Rıhtımı isimli filmi seyirciyle buluşacak.
Gelin
Türk Sineması’nın büyük ismi Ömer Lütfi Akad’ın başyapıtlarından 1973 yapımı Gelin’in yenilenmiş kopyası ilk kez Altın Koza Film Festivali’nde gösterilecek. Filmin gösterimine yapımcı Fuat Erman da katılacak. Filmin yenilenmiş kopyası ilk defa bu yılki Venedik Film Festivali’nde gösterilmişti.
Orhan Kemal 100 Yaşında
Adanalı ünlü yazar ve senarist Orhan Kemal’in doğumunun yüzüncü yılı anısına oluşturulan bölümde, Eroğan Tokatlı’nın 72. Koğuş, Halit Refiğ’in Gurbet Kuşları, Erden Kıral’ın Bereketli Topraklar Üzerinde, Şahin Gök’ün Eskici ve Oğulları, Tunç Başaran’ın Murtaza ile Mehmet Güleryüz’ün Sessizlerin Sesi: Orhan Kemal isimli belgeseli izleyici önüne çıkacak. 
Önceki makaleSesime Gel’in Festival Yolculuğu Devam Ediyor
Sonraki makaleKörlük Vizyona Giriyor
Sinemaya gönül veren bir grup sinefilin kurduğu Avrupa Sineması internet sitesi, Avrupa sinemasını daha geniş kitlelere tanıtmak ve bu filmlerle ilgili ufak da olsa bir tartışma ortamı yaratmak amacıyla kuruldu. Sitenin kuruluş amaçlarından biri de; tür sinemasını da yadsımadan, sinemanın sadece bir eğlence aracı olmadığının vurgusunu yapmak. Metin Erksan’dan bir alıntı yapacak olursak; bilimlerin ve sanatların varoluşlarının sınırları, geçmişin derinlikleri içindedir… Sinema bilim; sinema sanatı ve sinema bilimi kapsamında; sanatsal düşüncenin ve uygulamanın, sinemasal düşüncenin ve uygulamanın, yaratısal düşüncenin ve uygulamanın, görüntüsel düşüncenin ve uygulamanın, çekimsel düşüncenin ve uygulamanın, oluşumunu, gelişimini, dönüşümünü saptar ve oluşturur. Bu nedenle bizler de günümüzde çekilen filmler dışında, geçmişin derinliklerine doğru bir yolculuk yaparak; bu sanatı etkileyen filmleri ve yönetmenleri de tanıtmaya, eleştirmeye ve onların sinemayı nasıl algıladıklarını kavramaya gayret ediyoruz. Bir yandan da sinemanın diğer sanatlarla olan ilişkisini, filmler bağlamında tartışarak; sinemanın diğer sanatlardan ayrı düşünülemeyeceğini savunuyoruz. Bu amaçlarla, birbirinden farklı coğrafyalarda, farklı zamanlarda çekilmiş ve birbirinden farklı türlerde pek çok film eleştirisine yer vermeye çalışıyoruz. Sinemayı bir kültür olarak gören herkesin katılımına da açığız. Arzu edenler mail adresinden bizlere ulaşabilir, yazılarını paylaşabilir ve filmlerle ilgili görüşlerini iletebilir.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here