Reha Erdem’in yönettiği ve Deniz Hasgüler, Onur Ünsal, Sabahattin Yakut ile Yıldırım Şimşek’in oynadığı Jin, 15 Mart 2013’de PinemArt Film dağıtımıyla Atlantik Film tarafından vizyona çıkarılıyor.
Sinopsis:
Jîn, 17 yaşlarında, hayata katılmak için çıkışları zorlayan ve bu yolda karanlık ormanları cesurca aşmaya çalışan, sanki bir ‘Kırmızı Başlıklı Kız’dır. Film, Jîn’in bilmediğimiz bir nedenle, dağdaki silahlı bir örgütten kaçmasıyla başlar. Hem kaçtığı örgüt elemanlarından hem de kolluk kuvvetlerinden gizlenerek, dağlarda, ormanlarda yapayalnız günler ve geceler geçirir. Amacı bir büyük şehre, hayata, belki de hiç görüp bilmediği büyük dünyaların hayallerine ulaşmaktır.
Küçük ama dayanıklı vücudu, güçlü iradesiyle kendine doğanın ürkütücü karanlığı ve vahşiliğinde yer açmayı başarır. Çatışmaların ortasında kalır, üzerine açılan ateşlerden cesurca korunmayı bilir, korkar, üşür, karnını doyurur. Ona en büyük gücü ve teselliyi, belki benzer tehditler altında beraber saf tuttuğu hayvanlar verir. Bir bombardımandan korunmak için bir ayıyla bir ini paylaşır, bir geyikle dayanışır, yaralı bir eşeği tedavi eder, yumurtasını yediği bir vahşi kuşla anlaşır, bir vaşak tarafından teselli edilir, bir yılan tarafından uyarılır, bir at tarafından korunmaya çalışılır.
Sonunda elde ettiği sivil giysilerle dağdan iner.
Ancak onun için ova dağdan daha tehlikeli, daha tehditkar ve daha can yakıcıdır. Ne kadar uğraşsa ve çırpınsa da gittikçe daralan çemberden çıkıp hayalini kurduğu yere bir türlü varamaz. Küçük narin vücudu gibi kalbi de ağır yaralar almaya devam eder.
Büyük bir hayal kırıklığıyla dağlara, yalnızlığına geri döner. Doğanın içine, melankolik, uzanır. Yine bombaların ve kurşunların altında, devrilen ağaçların, parçalanan hayvanların arasına sıkışır. Artık isyanı çaresizliğe dönüşmüştür.
Bu çıkışsız yolda, yaralı bedenini ve kalbini kucaklayacak, ağaçlar ve hayvanlardan başka kimsesi yoktur.
Yönetmen Görüşü:
Masallar, destanlar, şarkılar insanlık tarihi boyunca aşağı yukarı hep aynı şeyi söylemiş: Can yakma, cana kıyma! Ama insan her dönem, her coğrafyada, her iklimde, her durumda yarattığı ‘öteki’yle bu durumu hiç aşamamış. Aşamıyor… Farklı bir dil konuşanı, farklı bir renge, inanca sahip olanı, farklı cinsel hayatı olanı, kısacası ‘öteki’ni hep kendisi için bir tehdit saymış. Bu tehdidin korkusuyla da ötekini tehdide ve yok etmeye girişmiş. Dünyanın hangi noktasına bakarsanız bakın, bugün de böyle: ‘Öteki’nin kıyımı devam ediyor.
Bu kıyıma bizzat katılmayanlar da duyarsızlıklarıyla, tepkisizlikleriyle bilerek ya da bilmeyerek destek oluyorlar. Sanki hiç şahit yok gibi!
Bana ise milyonlarca yıldır bu durumun en yüce şahitleri hep hayvanlar gibi geliyor. Kendileri de bu kıyımların bizzat kurbanları olmalarına rağmen, bakışlarıyla, duruşlarıyla, yaralarıyla bu vahşete ve acıya şahitler. Bir sonraki kıyımı durdurmanın en umutlu yolu bir öncekinin şahidini bulmakla başlamıyor mu?
Bu film, bu kıyımlardan bir tanesinin masalını şahitleriyle beraber görmek hevesinde. Kendine özgü ritmini bu hevesle kurma arzusunda. – Reha Erdem