Yönetmenliğini ve senaristliğini Süleyman Nebioğlu’nun yaptığı Memlekette Demokrasi Var filmi, 27 Mayıs 1960’daki askeri darbeden sonra tutuklanarak Yassıada’ya hapsedilen Adnan Menderes’i kurtarmak için absürt bir plân yapan köyün delisinin ve çevresindeki ahalinin hikâyesini ekrana taşıyor. Bir politik güldürü olarak değerlendirildiğinde filmin oldukça zayıf kalmasının yanında, kitsch bir estetikle ve kaba bir mizahla yaratılan tiplemelerin çizdikleri “memleketim insanı” imajının da son derece güdük kaldığını belirtmek gerekiyor. Zira, köyün delisinin memlekette yaşananlara verdiği tepkilerle ilgilenmeyen ahali, ülkede yaşananlardan bihaber, faydacı, kazanacağı paranın haricinde bir tek uçkuruyla ilgilenen, tembel ve seviyesiz bir insan grubundan oluşuyor. Bu indirgemeci ve sığ yukarıdan bakış, filmin demokrasiyle olan ya da olması istenilen ilişkisini de olumsuz etkiliyor.
Olay örgüsünün ve karakterlerin zayıflığının haricinde, filmin en büyük handikaplarından biri de demokrasi kavramıyla arasındaki sorunlu ilişkide ortaya çıkıyor. Köyün delisi film boyunca kişisel hak ve özgürlüklerin engellendiği, otoritenin emrivaki yaptığı, adaletin işlemediği her durumda memlekette demokrasi var kardeşim diyerek şerhini koyuyor. Ne var ki, raporlu delimizin sözleri kimse tarafından ciddiye alınmıyor. Bu ciddiye alınmama meselesinde, demokrasiden bahsedenin raporlu bir deli olmasının haricinde, köydeki ahalinin memleketteki durumdan bihaber olduğu kadar demokrasiden de bihaber olması etkili tabii ki. Fakat “cahil” halkın anlamadığı “aklıselim” delimizin demokrasiden ne anladığı da bir muamma. Filmin en kilit sahnesinde, muhtarlık seçimleri yapılırken halkı samanlığa toplayan ve onlardan muhtarlık için oy değil, Adnan Menderes’i ve onunla birlikte demokrasiyi kurtarmak için kibrit isteyen delinin tiradı bu anlamda bizler için de belirleyici bir öneme sahip. Filmin demokrasiyle kurduğu ilişkinin en net ortaya konduğu bu sekansta, deli, köyün sakinlerine konuşma yaparken; Menderes’i kurtarmanın onun şahsına özel bir hareket olmadığını, demokrasinin kurtulmasının ileride kendi çocuklarının da Menderes’le aynı kaderi paylaşmaması için gerekli olduğunun altını çiziyor. (Deniz Gezmiş’e de gönderme yaparak) Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın sözüne istinaden son derece pragmatist bir şekilde yaşayan insanların işin ucu kendi çocuklarına gelince ve demokrasi olursa memlekette bizim çocuklarımız Menderes gibi idam edilmez fikri oluşunca kafalarında, bir anda yardımsever olmaya karar vermeleri demokrasi kavramını da sorunsallaştırmaktan öteye geçmiyor. Ahalinin ve tiradı atan delinin demokrasiden bihaber olduğunun çarpıcı ve ürkütücü bir izdüşümünün yaşandığı sekans, tam anlamıyla patetik bir hâl alıyor. Yani acıklı ve dokunaklı olduğu kadar içerdiği trajikomediyle de kendisi de acınası bir durum hâline geliyor.
Memleketin insanlarına yukarıdan bakan, demokrasi kavramını mizahi açıdan ele almaya çalışırken bir yandan da bu kavramın altını oyan film, diğer yandan da demokrasiyle Adnan Menderes’i bağdaştırarak da ayrı bir tartışma yaratıyor. Demokrat Parti iktidarının kendisine muhalefet yapanlara karşı uyguladığı sindirme politikası, özensizce ve düşüncesizce yapılan özelleştirmeler, plânsız programsız uygulanan ekonomik programlar, Halkevleri’nin kapatılması, Köy Enstitüleri’nin Öğretmen Okulları’na dönüştürülmesi, Kore Savaşı’na Türkiye’nin asker göndermesi, 6-7 Eylül Olayları ve nihayetinde ilan edilen moratoryumun ardından gelen IMF ile imzalanan ilk stand-by anlaşması hep Menderes hükümeti zamanında gerçekleşen olaylar. Demokrasiyi bir figürle birleştirme çabasının yarattığı sıkıntılar ve seçilen figürün trajik sonu dışında demokrasiyle arasındaki ilişkinin tartışılır olması da bu açıdan bakıldığında, filmin diğer eksikliklerinin üstüne tuz biber ekiyor.
Memlekette Demokrasi Var filminin merkezine aldığı hikâye, zaman dilimi olarak bizler için çok uzak bir tarih olmasa da, filmin ele aldığı dönemi ve merkezindeki kavramı çarpıtarak, indirgemeci ve yüzeysel bir şekilde beyazperdeye taşıması ister istemez kolektif hafızadaki erozyona da ayna tutuyor. Demokrasiye vurgu yaparak, onun gerekliliğini mizahi bir dille aktarmak isteyen film, son kertede kendi durdurduğu yerin ve demokrasi anlayışının belirsiz olması nedeniyle amaçlanan etkiyi yapmaktan uzak kalıyor. Bunun yerine, film bir bumerang etkisi yaparak, ele aldığı kavramın altını oyduğu gibi Menderes’i de salt bir karikatür olarak çiziyor.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com
elbette yorum yapma hakkı her bireyin temel hakkı.
Fakat hayatta konuşurken ve yorum yaparken hayatın gerçeklerini göze almak gerekir.
Burada mesele Müjdat Gezen.
Adamı siyasi diktotorya tam bir ablukaya almış yıllardır.
Nefes aldırmıyorlar, her şeyini engelleme peşindeler.
Adamın filminin ismini bile ShowTV yayınlarken kafasına göre değiştiriyor, filmi kafasına göre buduyor.
Siyasi diktotaryanın korsan-medya-militanları filmlerini mecralardan sildiriyor.
IMDB’de %40 kafadan 1 puan vermiş.
Şimdi bu şartlarda adam gibi bir konuyu işleyen bir filmi bin bir zorlukla yapan adama sen kalmış hariçten gazel okuyorsun Barış efendi.