Yıl 1987. Mektup yazarak geceleyen ve sabahın ilk ışıklarıyla yola koyulan bir kadın. Kadının ardından uyanan ve evi apar topar terk eden bir çocuk. Bir Çek filmi olan 80 Mektup işte böyle başlıyor. Evler, çocuğun odası, sokaklar ve insanlar üstlerine âdeta bir ölü toprağı serpilmişçesine sâkin ve bir yere yetişme çabasından öylesine yoksun. Görüntüde ağır aksak anlatılan hikâye, özünde aile reisinin İngiltere’ye göçmesi ve geride kalan anne ve çocuğun onun yanına gitme mücadelesinin yüreklerindeki büyük çarpıntısını konu ediniyor.
Anne ve çocuğun neredeyse hiç konuşmadığı filmde, yol düşüyle yollara düşen bu iki yalnızın serüveni ayrıntılar yoluyla anlatılıyor. Bu anlatımı uzun çekimler, yakın planlar, tekrar eden unsurlar ve ayrıntılar üzerinde yoğunlaşmayla pekiştiriyor. Hatta kimi zaman “Hayat ayrıntıda gizlidir.” mesajı seyirci üzerinde öyle bir baskı kuruyor ki ve insan “Peki, sanat ne yana düşüyor?” sorusunu sormadan edemiyor.
Yönetmenin gün içinde yaşanan rutinlerin üstüne çıkmayı hedeflediği ortada. Ancak film gündeliğin sınırlarında dolaşmakla yetiniyor. Yönetmenin kendi hayatından izler barındırdığı da filmin gerçekle kurduğu temasta kendini aşikâr ediyor.
Kadının eşine mektup yazarken kaleminin çıkardığı sesin âdeta bir çığlığa dönüşmesi, İngiltere’den teslim alınan bavuldaki diğer eşyalara bakılmaksızın ellerin hemen üstte duran mektuba uzanması, onu okurken gözlerindeki heyecanları aktarmaya çalışması ve ölmeye yüz tutmuş bir türü, yani mektubu merkeze alması bakımından da farklı bir konuma sahip olan film, kadının kırk dördüncü mektubunu yazmasıyla son buluyor.
Ayşe Yılmaz
kevirtaksimi@gmail.com