Ünlü Avusturyalı oyuncu Karl Markovics ilk filmi Nefes’te, ıslahevinde kalan ve belediye morgunda çalışan bir gencin hikâyesini beyazperdeye taşıyor. Bir ilk film için fazlasıyla bıçak sırtı bir meseleyi kendisine merkez alan Markovics, filmini ölümle yaşam arasındaki ince çizgi üzerine kuruyor. Kimi zaman hikâye odağını kaçırsa da, yoğunlaştığı Roman karakterinin iç dünyasıyla dış dünya arasında yakaladığı başarılı dengeyle eksikliklerini kapamayı başarıyor.
Roman film boyunca nefesini tutarak, nefessiz kalıyor: Yaşadığı şehrin mimarisi, gri gökyüzü, karşılaştığı insanların soğukluğu toplumun dışında yaşadığının altını çiziyor. Kaldığı tek göz odanın darlığı, hapishanedeki görevlilerin sataşmaları, metro istasyonundaki reklam panolarının ironik bir şekilde Roman’ın hayatının tam tersine vurgu yapması gibi pek çok detay üzerinden yönetmen karakterinin yaşadığı varoluşsal bunalımı seyircilere yansıtıyor. Ama Markovics’in esas başarısı, Roman’ın doğumundan beri yaşamının bir pamuk ipliğine bağlı olduğunu, daha doğrusu hayatı boyunca ölümün bir nefes uzağında kaldığını hissettirmesi oluyor. Filmin ölüm ve yaşam arasında sürekli salınarak gidip gelmesi ve kendini bu minvalde ifade etmeye çalışması, finalde annesinin Roman’a küçüklüğünde yaptıklarını anlatmasıyla anlam kazanıyor. Bandı sondan başa sardığımızda, Markovics’in ve Nefes’in övgüye değer yanı daha da belirginleşiyor. Roman’ın küçüklüğünde yaşadığı travmatik deneyim onun geleceğini şekillendirirken, film de ölümle yaşam arasındaki tek farkın bir nefesten ileri geldiğinin altını çiziyor.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com