Fransa’da yayınlanan haftalık L’express dergisi, Romen asıllı yönetmen Radu Mihaileanu’yla son filmi La Source des Femmes üzerine yapılmış keyifli bir söyleşiye yer vermiş. Söyleşide, filmin kadın oyuncularının sorularını yanıtlayan yönetmen, hem filmi hem de filmin çekim sürecini samimi bir şekilde anlatmış.
Leila Bekhti (Leila): Babandan sürekli bahsediyorsun, onun senin sinemandaki yeri nedir?
Mihaileanu : Babam bana bugün sahip olduğum her şeyi verdi diyebilirim. Kendisi Romanya’da gazeteci ve yazardı. Bir hümanist, bir model.. Benim senaryolarımın hep ilk okuyucusu odur. Senaryolarımı uzun ve detaylı notlarla düzeltir. Filmlerimi küçük bir konuşmadan sonra hep ilk alkışlayan o olur. Aramızdaki, normal baba-oğul ilişkisinin çok ötesinde gizemli bir bağ.
Leila Bekhti (Leila): Film üretirken en çok hangi aşamayı seviyorsun?
Mihaileanu : Bilgi toplama kısmını, insanlarla iletişim halinde olup onlardan bir sürü hikâye dinleyip ögrenme kısmını.
Hafsia Herzi (Loubna / Esmeralda): Her zaman yönetmen mi olmak istemiştin?
Mihaileanu : Hayır. Küçükken Charlie Chaplin’e hayrandım. Ne yaptığının farkında değildim ama insanları mutlu ettiğini, güldürdüğünü anlayabiliyordum. Küçük ve büyük arasında her zaman bir savaş vardı ve küçük ve zayıf olan kazanıyordu hep. Bugün mücadeleci filmler yapmam da bir tesadüf değil, dolayısıyla bunda Charlie Chaplin’in de büyük rolü var. Küçükken onun yapımcı olduğunu bilmiyordum, ben de onun gibi insanları güldüren ve mutlu eden biraz akrobat bir aktör olmak istiyordum.
Hafsia Herzi : Peki filmden memnun musun?
Mihaileanu : Genel olarak hiçbir zaman bir filmimden memnun olmam. İzlerken sürekli daha iyi yapabileceğim sahneleri görürüm. Fakat filmim ile “Dünyadaki çözümler, kadınlar tarafından gerçekleştiriliyor” mesajını izleyiciye iletmiş olmaktan memnunum. Gerçek demokrasi kadınların politik savaşlarda daha fazla yer alması ile oluşacak.
Hafsia Herzi: Filmi daha önceden öngördüğün gibi gerçekleştirebildin mi?
Mihaileanu : Hayır. Senaryo sadece bir öneriydi, bir başlangıç. Bazen umduğumuzdan daha fazlasını bulduk, özellikle Leila ve imam sahnesinde. Bunun yanında bir sahnede de başarısız oldum. Montajda kesimler yapmam ve kişilikleri feda etmem gerekiyordu. Mesela Fransa’da göçmen olan ve köye geri dönen karakter ve köyün bakiresi gibi karakterleri çıkarmak zorunda kaldım. Film yapma süreci, bazen denetleyemeyeceğiniz bazı durumları gerektiriyor. Kendi başına bir gizemi var.
Sabrina Ouazani (Rachida): Senaryoları Fransızca olarak yazıyorsun. Berberi diline çevirirken asıl anlamını kaybetmesinden korkmadın mı?
Mihaileanu : Evet, korktum tabii. Kontrol etmeden, doğrulatmadan duramıyordum. Senaryo uzman bir çevirmen tarafından çevrildikten sonra o ülkenin aktörleri ile çalışırım hep (filmde oynamayacak olanlarla da). Hikâyenin geçtiği bölgeye de dikkat etmek lazım, küçük bir köyde geçiyor mesela, o yüzden Orta Atlas (filmin geçtiği yöre) bölgesinden köylüler ile oyuncular diyaloglar üzerine çalıştılar.
Sabrina Ouazani (Rachida): Suya karşılık aşk grevi Turkiye’de gerçekten yaşanmış bir hikâye. Neden Fas’ta çevrildi?
Mihaileanu : Film farklı olgulardan ortaya çıktı, ama aynı zamanda benim Fas ve Fas kadınlarına olan aşkımı da yansıtıyor. Bence Fransa’da Müslüman ve Arap kültürü üzerinde çok fazla yanlış anlaşılma var. Türban, özgürlük gibi olguların farkındayız ama ordaki kadınlar hakkında çok bilgimiz yok. Bu hikâyeyi Türkiye’de duyduğumda, bu kadınlara olan hürmetimi bu şekilde sunabileceğimi biliyordum.
Sabrina Ouazani (Rachida): Sence film erkeklerin de hoşuna gidecek mi?
Mihaileanu : Evet. Hoşgörülü olan, hayatı ve kadınlari seven erkeklerin hoşuna gidecek bence.
Biyouna (Eski tüfek): Neden beni seçtin?
Mihaileanu : “Eski tüfek” karakteri canlandırılması en zor karakterdi. Komedi, trajedi, otorite ve şevkat çzelliklerini bünyesinde bulunduran biri gerekiyordu. Casting direktörüm senin adını verdi. Seni şarkıcı olarak tanıyordum, eşsiz bir ses tinin var. Böylece herkesin kız kardeşi ve annesi olan Biyouna’yı keşfetmiş oldum.
Biyouna (Eski tüfek): Çekimler boyunca çekilmez miydim?
Mihaileanu : Bazen evet. Çünkü acı çekiyordun ve ben de seni öyle görünce üzülüyordum. Senin için Berberi replikleri ögrenmek zordu, biliyorum çünkü Cezayir asıllısın. Çekim aşamasında biraz otoriterdim, beni ‘büyük diktatör’ diye adlandırdın fakat her zaman ışık saçmayı da başarıyordun. Benden nefret ettiğin kadar beni sevdiğini de biliyordum, küçük atışmalarımız olsa da filmin sonunda ne kadar başarılı olduğunun farkına varacağını ve çok mutlu olacağını biliyordum. Hevesinden ve değerinden hiçbir zaman şüphe duymadım. Bugün Hollywood tarafından aranmanın sebebi de biraz bundan sanırım.
Röportajın orijinaline ulaşmak için tıklayın.
Çeviri: Deniz Uzun