(…) Fakat bana şöyle denebilir: “Sizin bunca hafiflikle alay ettiğiniz bu kalite ve geleneğin içinde iş yapmak için çaba harcayan yönetmenlerin hepsine aynı hayranlığı niçin taşımıyoruz? Neden Becker kadar Yves Allegret’ye, Bresson kadar Jean Delannoy’a, Renoir kadar Claude Autant-Lara’ya da hayranlık duymayalım?” Bir “auteur”ler sinemasıyla kalite geleneğinin bir arada varolabileceklerine inanmamı beklemeyin benden. Yves Allegret ve Jean Delannoy, sadece Clouzot’un, Bresson’un birer karikatürüdür. Öte yandan beni, bu kadar övülen bir sinemayı küçümsemeye götüren, skandal yaratma arzusu değildir. Ben halkın La Carrosse D’or, Casque D’or, Les Dames du Bois de Boulogne ve Orphee gibi yeni bakış açılarına sahip eserleri kavrayamamasının nedenini psikolojik gerçekçiliğin haddinden uzun bir süredir varlık göstermesine bağlıyorum. Yaşasın cesaret, kuşkusuz, yine de onu olduğu gibi göstermeli. 1953 yılının sonunda eğer Fransız Sineması’nın cesaret örneklerinin bir bilançosunu yapacak olsam, Orguelleux‘taki kusmuklardan, Le Bon Dieu Sans Confession‘da Claude Laydu’nun kutsal suyu reddetmesinden ya da Du Salaire de la Peur‘daki karakterlerin oğlancılıklarından çok Hulot’un yöntemine, La Rue de L’estrapade‘daki hizmetçinin söylenmelerine, Carrosse D’or‘daki sahneye koyuşa, Madame De‘deki oyuncu yönetimine ve Abel Gance’ın polivizyon denemelerine yer verirdim. Anlaşılacağı üzere bu cesaret örnekleri senaristlere değil sinemacılara, edebiyatçılara değil yönetmenlere ait. Örneğin, kalite geleneğinin çok şaşalı yönetmen ve senaristlerinin komediye el attıklarında karşılaştıkları başarısızlıkları manidar buluyorum; Ferry-Clouzot; Miquette et sa Mere, Sigurd-Boyer; Tous le Chemins Menent a Rome, Scipion-Pagliero; La Rose Rouge, Laudenbach-Delannoy; La Route Napoleon, Aurenche ve Bost-Autant-Lara; L’auberge Rouge veya Occupe-toi d’amelie… Günün birinde senaryo yazmaya çalışmış olan herhangi biri, türlerin en zorunun, en çok iş, yetenek ve alçakgönüllülük gerektiren komedi olduğunu yadsıyamayacaktır.
Hepsi Burjuva…
Psikolojik gerçekçiliğin baskın özelliği onun anti-burjuva arzusudur. Fakat Aurenche ve Bost, Sigurd, Autant-Lara, Allegret burjuva değillerse nedirler? Romandan uyarlanmış her filme gitmekten geri kalmayan milyonlarca okuyucu burjuva değilse nedir? Öyleyse burjuvalar için burjuvalar tarafından yapılan bir anti-burjuva sinemanın değeri nedir? Bilindiği üzere işçiler, onlara yaklaşmayı amaçlandığında bile, sinemanın bu formundan hiç hoşlanmazlar. İşçiler Amants de Brasmort‘un denizcilerinde olduğu gibi, Un Homme Marche dans La Ville‘in dok işçilerinde de kendilerini bulmayı reddediyorlar. Sevişmek için çocukları sahanlığa göndermek gerekli olabilir ama onların aileleri, “teveccühle” de olsa, bunun kendilerine söylenmesinden, özellikle de sinemada, hiç hoşlanmazlar. Eğer halk, edebiyatın aldatmasıyla düşüp kalkmayı seviyorsa, bunu toplumsal kandırmacası altında yapmayı da sever. Filmlerin Paris’teki semtlere göre izlenme oranlarını değerlendirmek oldukça öğreticidir. Farkedilecektir ki popüler kültür, belki de erkekleri Aurenche ve Bost’un zannettikleri gibi değil, “olmaları gerektiği gibi” gösteren küçük, naif yabancı filmleri tercih etmektedir.
Derleyen: Ali Karadoğan, Sanat Sineması Üzerine, De Ki Yayınları, Ankara, 2010, s. 38-39