Yönetmen Neil Jordan son filmi İlahların Aşkı (Ondine)’nın basın bülteninde filmin masalsı özelliğine atıfta bulunurken, “İnsanoğlu hayatını bir masala çevirmek konusunda çok ısrarcıdır her nedense… Belki de gerçekler kabul edilemeyecek kadar zordur…” diyor. Syracuse isimli bir balıkçıyla onun ağına takılan Ondine arasındaki romantik ilişkiyi konu alan İlahların Aşkı, tam da bu noktadan bakıldığında bir anlam kazanıyor. Başlarda fantastik öğelerle süslü bir peri masalı şeklinde gelişen hikâye, ilerledikçe yaşanan gerçeklikle bağlarını sağlamlaştırarak, aslında bir peri masalı olmadığını; aksine insanların başlarına gelen olayları bu şekilde yorumlama ihtiyacından dolayı böyle bir algının ortaya çıktığını açık ediyor.
Syracuse Ondine’le tanıştığı andan itibaren başına gelenleri bir mucize olarak yorumlayarak gerçek olmadığını bildiği halde Ondine’e gerçeküstü yetenekler atfediyor. Syracuse’un yürüyemeyen ve diyaliz hastası olan küçük kızının Alis Harikalar Diyarında, yerel Selkie efsaneleri ve mitolojideki Ondine’in Laneti gibi hikâyelerden beslenerek anlattığı hikâyeler sayesinde Ondine gerçek bir insandan mitolojik bir karaktere dönüşüyor. Bu aşamada sınananın sadece Syracuse olmadığını, seyircilerin de onun gibi sınandığını belirtmek gerek. Syracuse yaşadıklarını bir peri masalına yormayı nasıl uygun buluyorsa, bizler de izlediklerimizi bir masal olarak kabul ediyoruz. Küçük kızın anlatısı sadece babasını değil, bizleri de yönlendiriyor.
Seyirci kendini bir masal dinlemeye kaptırmışken, yönetmenin bir anda ipleri eline alarak hikâyenin bir masal olmadığını vurguladığı an ise filmin en dikkate değer bölümü oluyor. Filmin başından beri seyirciler yaşanan gerçekliğin içinden sıyrılarak gittikçe masalsı yanı güçlenen öyküde edilgenleşirken, yönetmen seyircilerin tam tersi bir şekilde bir masalı gerçek bir hikâyeye dönüştürmenin peşine düşüyor. Günlük hayatın içinden çıkarak çerçeveye hâkim olan bir peri masalı böylece insanoğlunun gerçekleri kabul etmediği gerçeğini ifade eden bir metafora dönüşüyor.
Neil Jordan İlahların Aşkı’nda bir masal anlatmıyor; bir masalın nasıl oluştuğu üzerine keyifli ve oyunbaz bir gösteri sunuyor. Yaptığı göndermelerle ve verdiği yanıltıcı ipuçlarıyla filmi bir masal olarak okumaya yönelik elimize çeşitli ipuçları bıraksa da son kertede bu ipuçlarının aslında bizim algılarımızı şekillendirmek için eklendiğini fark ediyoruz. Masallar dinleyerek büyüyen günümüz insanının kolektif belleğinde yer edinen pek çok hikâyenin ortaya çıkış serüveni üzerine de zihin açıcı bir bakış kazandıran film, masalın doğası ve insanoğlunun masala yatkınlığı dışındaki tartışmaları bir kenara bıraktığımızda ise bizlere sıradan bir romantik hikâye anlatmaktan öteye geçemiyor. Hikâye, bir romantik film için sıradışı denilebilecek bir tanışmayla başlasa da sıradan ve aceleye getirilmiş izlenimi uyandıran bir finalle son buluyor. Geriye ise, anlattığı masallarla babasını olduğu gibi bizleri de kandırmayı başaran sevimli küçük kız ve Sigur Ros’un müzikleri sayesinde yakında balık tutmada yeni yöntemler bulunabileceği ihtimali kalıyor. İlahların Aşkı, bu sıcak yaz günlerinde hiç yoktan, bile bile bir masala kanmanın tatlı aldanmışlığını yaşamak ve Sigur Ros’un enfes müziklerini dinlemek için izlenebilir. Ama bunlar sizi açmadıysa da, filme çok yaklaşmamakta fayda var. Zira ben bu filmi görmüştüm deme riski yüksek.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com