Üç üniversite öğrencisinin Norveç ormanlarında meydana gelen ayı ölümlerini araştırırken gizemli avcı Hans ile karşılaşmaları, sonra onun bir ayı avcısı değil bir troll avcısı olduğunu anlamaları üzerine yaşananları konu alan Trolljegeren, The Blair Witch Project, [Rec], Cloverfield ekolüne dahil edilebilecek bir kurmaca belgesel. İskandinav mitolojisinde irili yarı ürkütücü yaratıklar olarak bilinen, masallara, filmlere, şarkılara konu olan troller hakkında az da olsa tanıtıcı özelliklere sahip olan film, bu özelliklerini folklorik zorlamalarla değil, sahip olduğu dramatik belgesel kurgusuna katık ederek yansıtıyor. The Blair Witch Project’in yerel efsane, Cloverfield’ın da gerilim aksiyon izleğini karıştırmışa benzer bir yöntemi benimseyen yönetmen André Øvredal, Cloverfield’ın New York’u karıştıran çakma Godzilla’sının politik mesajlı, güçlü reklâm kampanyalı prodüksyonu yanında biraz gariban kalıyor. Oysa bana göre hem teknik, hem de ruh olarak bu tip örneklerden hiç eksiği yok. Hatta Cloverfield’dan çok daha iyi.
El kamerasıyla sağlanan gerçekliği, fantastik öykülerle, üstelik buradaki gibi fantastik masal kahramanlarının başrol oynadığı bir öyküyle işleme tezatlığının yarattığı etki, Trolljegeren’i diğer türdaşlarından az da olsa ayırıyor. Bu zıt gerçekliğe gerilim katan sürekli hareket halindeki kamera, gece görüş modu, belgesellere özgü röportaj sabitlemeleri, telaşlı zoomlamaları ile benzerlerinden alınan zevki vaat ediyor çoğu zaman. Tabiî Norveç’in çok çarpıcı doğal güzelliklerininin de tadına bu gerilim dahilinde varıyoruz. İlk filmini 2000 yılında yazıp yöneten André Øvredal, 10 yıllık aranın ardından Trolljegeren ile neden bunca zaman film çekmediğini de düşündürmedi değil. Zira karşımızda birçok yönden ustalık barındıran, sınırlı olduğu türler arasına rahatça girip çıkabilen, tuhaf bir kara mizah kimyası da içeren bir film var.
Yaşlı trollerlerle genç olanlar arasındaki farklar, alt türleri, huyları, alışkanlıkları, ömürleri, yok edilme şekilleri gibi bilgiler tam bir belgesel formatında servis ediliyor. Bu bilgilerin pratiğe uygulanışı da formatı destekliyor. İş aksiyona gelince yüksek bütçeli yapımları aratmayacak bir yetkinlikle karşılaşıyoruz. Karşımızdaki şey, İskandinav kültüründe yer alan troll miti olunca, farklı boyut ve işleyiş şekliyle Şirinler’in gerçekten varolduğu tuhaflığına benzer bir duygu hissetmek olası. Masallardaki gibi kıyafet giyen, insan gibi konuşan troller yerine çevreye zarar veren tehlikeli yaratıklar ve yok edilmeleri gerekiyor. Haliyle gizli hükümet güçleri tarafından kamuoyundan saklanmaları da…
Trollerin verdikleri zararların vahşi hayvanlara, depreme, hortumlara fatura edilmesi, gerçek yaşamda bizden gizlenen tuhaf olayların nedeninin hep bu tür doğal etkenler olmayabileceğine dair birtakım paranoyalar bile yaratabiliyor. Bir noktada, Øvredal’ın uzaylılar gibi trollerin de varolduklarına inanma/inandırma fantezisine sıcak baktığı anlaşılıyor. Yaptığı işi ciddiye alıyor, o iş içinde kümelendirdiği uçuk fikirlerini, masal kökenli inanışlarını filmine ortak ediyor. Ama aslında belgeselimsi anlatımıyla bu ciddiye alışın ardında, çocukluğundan beri içinde büyüdüğü inanışın gerçek olmasını ümit edercesine bir masumiyetin saklılılığı da seziliyor.
Osman Danacı
odanac@gmail.com