İletişim biçimlerinin doğrudan değil de dolaylı olması, belki de insanların karşılaşma alanlarını hiç olmadığı kadar önemli kıldı. Gerçekliğin etkilerinin daha net görülebildiği bu karşılaşma alanlarından yararlanarak karakterlerini birleştiren ve çarpışan hayat hikâyelerini ekrana taşıyan filmler, bu açıdan aslında günümüzde önemi artan yüz yüze kurulan iletişimin değerini vurguladığı gibi, çağımızın yabancılaşmış bireylerine de bir gönderme yapıyor. Paramparça Aşklar ve Köpekler (Amores Perros, 2000), Çarpışma (Crash, 2004) ve Babil (Babel, 2006) gibi daha popüler örneklerde de gördüğümüz gibi, bu tür hikâyeler, izleyicilere yaşadığımız dünyadaki paranoyaları, insan ilişkilerindeki soğukluğu ve hoşgörüsüzlüğü göstererek bir çarpışma alanı yaratmayı ve birbirinden farklı insanları bu çarpışmanın etkisiyle bir araya getirmeyi amaçlıyor.
Anlat İstanbul (2005) filminin yönetmenlerinden biri olan Selim Demirdelen’in ilk uzun metrajlı sinema filmi Kavşak da, son yıllarda sıkça örneklerini izlediğimiz bu kesişen hayat hikâyeleri üzerine kurulan bir drama. Fakat Demirdelen’in filmi, bahsi geçen filmlerden oldukça farklı bir yerde duruyor. Bu tür kesişen hayat hikâyelerinin anlatıldığı filmlerde esas olarak vurgulanan şey her zaman insanların birbirlerine ne kadar yabancı kaldığıdır. Paul Haggis’in Oscar ödüllü Çarpışma filmindeki bir diyalog bu durumu çok net bir şekilde ortaya koyar: “İnsanlara sürünerek geçersin, insanlar sana omuz atar. Los Angeles’ta kimse sana dokunmaz. Her zaman bu metal ve camın (otomobilden söz ediyor) arkasındayız. Herhalde o dokunuşu o kadar özlüyoruz ki birbirimize çarpıyoruz; sadece bir şey hissedebilelim diye.” Kavşak filminin ise böyle bir derdinin olduğunu söylemek mümkün değil.
Filmde bir şirkette farklı mevkilerde çalışan üç kişinin hayatlarının tesadüfler sonucunda kesiştiğini, ama bu kesişmenin karakterlerin dışında toplumsal bağlamda daha genel bir anlam taşımadığını görüyoruz. Bunun en önemli nedenlerinden biri kuşkusuz filmin bir omurgasının olmayışı. Belli bir fikir, mesele ya da tema üzerinden farklı hayat hikâyelerinin birleşmesi, her ne kadar tesadüfî de olsa, bir etki yaratabilecekken; Kavşak’ın böyle bir şeyle ilgilenmemesi filmi oldukça zayıflatıyor. Ama filmin esas sorunu, birbirine değen ve kaçınılmaz bir şekilde birbirine muhtaç olan bu insanların hikâyelerinin herhangi bir toplumsal gerçekliğinin olmaması… Hikâyenin belli bir omurgaya sahip olmadan, farklı yan hikâyeleri tesadüflerle bir araya getirme çabası toplumsal gerçeklikten yoksun bir şekilde birleştirilmeye çalışınca da, haliyle bir televizyon dizisi kadar yüzeysel bir yapım ortaya çıkıyor. Paramparça Aşklar ve Köpekler filmini hatırlarsak; filmde Meksika’daki iç savaştan Zapatistalar’a, toplumsal bölünmeden sınıf çatışmasına kadar pek çok önemli toplumsal mesele arka planda karakterleri kuşatarak onların varoluşunu şekillendiriyor; bu şekilde de karakterler kadar şiddet döngüsü ve çarpışan hayatların kaçınılmazlığı da anlam kazanıyordu. Kavşak da Paramparça Aşklar ve Köpekler’e benzer bir formül izlese de, netice itibariyle suya sabuna dokunmamanın ve karakterlerini bağlı oldukları toplumsal koşullardan izole etmenin sıkıntısını yaşıyor. Jean Baudrillard’ın ifadesiyle “havası alınmış bireysel taneciklerin ve toplumsal artıkların” hikâyesini anlatıyor. Ama bu hikâyeleri anlatırken, neden-sonuç ilişkisini ve bundan önemlisi bireyin varoluşunda yadsınamaz bir etkisi olan toplumsalı görmezden geliyor. Sorgu sırasında istemeden de olsa bir çocuğun ölümüne sebebiyet veren ve sürekli onun hayaletiyle boğuşan eski polis memurunun hikâyesi belki de filmin “toplumsala” en yakın durduğu yer oluyor; ama film ilerledikçe o karakter de yavaş yavaş çözülmeye başlıyor ve diğerleri gibi bir “tip” olmaktan kurtulamıyor.
Kavşak’ın iyi çekilmiş ve iyi oynanmış bir film olduğunu söylemek gerekiyor. Selim Demirdelen’in ilk uzun metrajlı çalışması olmasına rağmen, film teknik anlamda çok parlak. Gerek kurgusu gerekse de müzik kullanımı standardın üzerinde seyrediyor. Başta Güven Kıraç olmak üzere, filmdeki bütün oyuncular da filmde önemli performanslar sergiliyor. Fakat yukarıda bahsettiğim temel aksaklıklar, filmin inandırıcılığını olumsuz yönde etkileyerek filmin güç kaybetmesine neden oluyor. Bir şirkette çalışan muhasebecinin, yaşadığı travma sonrası kendi vicdan muhasebesini bir türlü yapamaması, eskiden bütün teşkilatı idare eden bir polis memurunun kendi ailesini idare edememesi ya da kardeşinin hastane masrafları için çalıştığı şirketten para çalan bir adamın durumu aslında çok daha ironik bir dille ve toplumsal bir eleştiriyi de içine alabilecek tarzda anlatılabilecekken, bütün bunların göstermelik kalması belki de filmi izlerken insanı rahatsız ediyor. Bu anlamda, Kavşak’ın çok daha iyi olabilecekken, sadece seyirlik olmakla yetinmesi ve elindeki potansiyeli kullanamaması hayal kırıklığı yaratıyor. Ama bütün bunları görmezden gelirseniz, Kavşak’ın iyi bir seyirlik olduğunu da belirtmek gerekiyor.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com