Yarı İtalyan yarı Türk olan Dona, bir kız çocuğuna İtalyanca öğretmek için Türkiye’ye gelir ve burada uzun yıllar uzak kaldığı ve tanımadığı ülkesinin gerçekleriyle yüzleşir. Türkiye’nin kara yüzünün mağdurlarından biri olan Hatice ile Dona’nın arasında, bir gece şöyle bir diyalog geçer. Bu konuşmanın arkasında da binlerce Hatice’nin varlığı, izleyicilerin içine oturuverir. Bir ülkenin, bir dönemin, bir geleneğin binlerce sessiz ve çaresiz mağduru…
Hatice : Asıl ismim Bağdagül, Hatçe’yi ben koydum. İstanbul’a kaçınca, izimi bulmasınlar diye. Hoş… Orospu olacağımı bileydim, daha fiyakalı bir isim bulurdum da… İşte…
Dona : Kızın babasından mı kaçtın? Almanya’daymış, kızın anlattı.
Hatice : Anlatır o… Babası kim bilmem. Arada bir çikolata verip avutuyoruz işte, baban yolladı diye. Kızlığımda, bir şoför gelirdi mahallemize. Çeşmede bakışırdık. Öyle bir bakardı ki; ciğerime kızgın yağ dökülür sanırdım. Böyle, içime içime anladın?
Dona : Kocan mı?
Hatice : Yok. Beni başkasına verdiler.
Dona : Demedin mi, başkasını seviyorum diye?
Hatice : Öyle denmez ataya. Bu, kaçalım dedi.
Dona : Ee, kaçsaydın.
Hatice : Korktum. On dördündeydim daha.
Dona : On dördünde mi? Vahşet bu!
Hatice : Vahşet değil, adettir. Sandım ki, bir tek Ahmet’e gelin gittim. 2 ay sonra abisi ırzıma geçti. Böyle şey nasıl denir kocaya? Ağlıyorum. Kaynatam gördü, dedi ne oldu? Dedim, böyleyken böyledir.
Dona : Ee, o seni kurtardı mı?
Hatice : Sırtımı sıvazladı. Dedi ki: Kocanın adı Ahmet’tir, abisininki de Mehmet’tir.
Dona : Babaları da mı?
Hatice : (İfadesiz bir şekilde Hatice kafasını sallayarak, Dona’nın sorusunu onaylar.) Oğlanın babası kim, onu bile bilmem.
Dona : Hangi oğlan?
Hatice : Benim oğlan, bebeyken bırakıp gittiğim… Daha bir kere ana bile demedi.
Dona : Nasıl kaçtın ki İstanbul’a?
Hatice : Gittim babama. Böyle şey nasıl denir babaya? Dedim, bana dayak atıyorlar. Dedi ki: Kocandır. Geri yolladı beni. Bindim minibüse, eve gidecem. Nereye gideyim? Şöyle kafamı çevirdim, bir baktım ki… Benim şoför. Hani şu; ciğerime ciğerime işleyen var ya… Dedi ki, gel kaçalım. Oğlanı alırız sonra. Dedim, olmaz, gelemem. Ama öyle bir baktı ki… Böyle, kirpikleri uzun uzun… Sanırsın kirpikleri kaşlarını tarıyor. O yele kapıldık geldik İstanbul’a.
Dona : Sevgilin ne oldu?
Hatice : Bir sabah kalktım, baktım ki… Yok. Gitmiş.
Dona : Oğlun nerde şimdi?
Hatice : Bu sokaktadır.
Dona : Ee, niye hiç buraya gelmiyor?
Hatice : Benim, ben olduğunu bilmiyor ki. Beni, bakkala filan sormuş. Ben de öyle öğrendim işte.
Dona : Gidip tanıtsana kendini.
Hatice : Soyalım küçük, sıra ona geçmesin. Oğlum beni vurmaya gelmiş. On sekizinden önce vurdurturlar ki; cezası artmasın.
Dona : Nasıl yani?
Hatice : Ee namuslarını temizleyecekler. Bir orospu eksik olsun da… (Çocuklarımdan) Biri katil, biri yetim kalacak. İkisi de canımın yongası. Hangi birine kıyayım, he?
Dona : Onun için mi çıkmıyorsun evden? Camda duruyorsun hep… Katilini mi seyrediyorsun?
Hatice : … Oğlumu seyrediyorum.
sonu fena..