Fransız yönetmen Sylvain Chomet’nin Sihirbaz filmi sinema aşkının ve bağlılığın gösterimi: Elle çizilen ve klasik bir anlatıma sahip animasyon, Jacques Tati’nin 1956’da yazdığı hiç yayınlanmamış bir senaryodan uyarlanmış. Bu senaryo, Chomet’nin yeni bir İngiliz havasıyla uyarlamak için izin koparmaya çalışmasına dek Tati’nin ailesi, özellikle de kızı Sophie tarafından 50 sene boyunca bilinçli olarak gizli tutulmuş. Ortaya çıkan sonuç kendine has anlatımı ve masumiyet olgusuyla son derece özgün ve ilgi çekici: Nazik, şefkatli, sıradışı ama derinlerde hissedilen duygusal bir sancının da zirvesinde. Hayao Miyazaki’nin 10 yıl önceki Ruhların Kaçışı (Spirited Away, 2001) filmi kadar sevilip sayılacağı da ortada.
Sihirbaz, 1950’lerin sonunda tavşanlar, şapkalar, kağıttan çiçekler ve bozuk paralar konusunda uzmanlaşmış eski usül bir sihirbazı net duyulmayan, mırıltıya benzeyen diyaloglarıyla anlatan yarı sessiz bir film. Her türden alengirli numaralarını ifadesiz bir surat ve havaya kaldırdığı işaret parmağıyla sunan bu sihirbaz boş bir restoranda kendinden geçmiş bir şarap garsonuna benziyor.
Fazla iş bulamaması adamın Fransa’dan İngiltere’ye gitmesine sebep olur ve İngiltere’de yanına katılan İskoç köylüsü bir kızla beraber kuzeye ilerler. Burada sanki kendi kızıyla beraber – yoksa kız mı bu adamı amcası gibi görmektedir? – kalıyormuşçasına eski püskü pansiyonlarda konaklar. Herkesin demode bulduğu tatsız gösteri dünyası akıllarını çelmiş, belki de illüzyonlara kendilerinin de inanmasına yol açmıştır. Filmin sona erdiği Edinburgh’da illüzyonist artık hayal aleminden çıkmış ancak insancıl bir sihri gerçekten yapmayı da başarmıştır.
Yalnızca animasyon, hem de eski tarz bir animasyon kullanılması müthiş bir etki yaratıyor. Sihirbaz, 1950’lerdeki sahneleri parlak bir dijital animasyonun veya canlı oyuncularla çekilen bir uyarlamanın asla başaramayacağı şekilde ürkütücü bir dürüstlükte canlandıran bir seansa benziyor. Yapıtın mütevazi sadeliği sayesinde seyirci hatırlatılan dünyanın doğrudan içine girme fırsatı buluyor. Ne de olsa bu film 1950’lerde geçiyor. Londra’daki eski King’s Cross tren istasyonu görüntüleri, vapur bağlantılı eski tren ya da yalnızca martı seslerinin duyulduğu Edinburgh tuhaf bir şekilde hayali bir çocukluğun anıları gibi yansıtılıyor. Her şey çelişkili bir inandırıcılıkta gerçek.
Sihirbazı Tati’nin kendisiymiş gibi gösteren animasyonun bu kararı cesurca olduğu kadar ister istemez tartışmaya da açık. Bariz vücut yapısı, dirsekler, çene, burun ve çok hantal bir kalça orta yaş ile yaşlı profili arasında kalmış birini işaret ederken utangaç ve sakar bir delikanlıyla biçare bir oğlanı da betimliyor. Ağır aksak görünmesine rağmen çevik ve beklenmedik derecede zarif, sanki devamlı parmak ucundaymış gibi. Sihirbaz Tati, Hugh Dalton’un Charles de Gaulle tasvirini andırıyor: “Ananasa benzer bir kafa ve bir kadınınkine benzer kalçalar.”
Vatanı Fransa’dan ayrılan masum bir genç yeni ve süper karizmatik pop gruplarından Billy Boy and the Britoons’un arkasında sahneye çıkarak çalışmaya başlar. Chomet, kahramanımızın ne kadar sancılı bir dönem geçirerek demodeleştiğini gösterirken birazdan kendi antika gösterisinden nefret edecek gençlerin çığlıklar atarak dinledikleri, sonu gelmez tekrarlarına devam eden Billy Boy ve grubunun arkasında bekleyişini irdeler. (Lulu da sahne alacaktır ama maalesef onu ekranda bir türlü göremeyiz.)
Sonraları bir gazetecideki manşette Billy Boy and the Britoons’un karıştığı skandala gözümüz takılır ve Chomet şık bir üslupla bizi merakta bırakır… Bu bir Mick Jagger skandalı mıdır? Bir John Gielgud skandalı mıdır? Billy Boy kariyerine devam eder ancak artık yıldızı sönmüştür.
Sihirbaz aşağı Glyndebourne’deki bir yaz partisinde berbat bir iş alır. Etek giyen çok sarhoş bir adam Kuzey İskoçya’daki barında gösteri yapması için onu kiralar ve evinden kaçmış kız kendisini de Edinburgh’a götürmesi için burada karşısına çıkar. Masumiyet duygusu senaryoyu sarmalamıştır. Kızın ailesi ya her şeyi oluruna bırakmıştır ya da kızın peşinden gitmeyecek kadar kadercidir. Sihirbazın niyeti sadece haysiyet içermektedir: Kıza şefkat ve koruma duygusuyla yaklaşır, ona yeni kıyafetler satın alır ve her ikisi de tam farkına varmadan kız yavaş yavaş serpilmeye başlar.
Büyük bir keskinlikle gözlemlenmiş detayları her yerde görebiliriz: Tıslayan eski bir şöminenin etrafındaki kiremitler, mağaza vitrinindeki televizyonda gösterilen test yayını, İncil’indeki haç ile taşığı haç aynı olan kompartmandaki kadın. Kapalı mekanlarda geçen tüm sahnelerde ayakkabılar ve çizmelerin yerde çıkardıkları gıcırtı ve tıkırtılar duyulmaktadır. Filmin toz pembe olduğunu düşünmemek gerekir, zira kısa pantalonlu bir grup çocuğun kendinden geçmiş bir berduşu tekmeleyişlerini de izleriz. Lakin Chomet’nin animasyon “kamerası” döne döne muhteşem çizilmiş Edinburgh’u tepeden gösterdiğinde üzerimizde şık, nefes kesici ve hatta tuhaf bir şekilde dokunaklı bir etki bırakır.
Hiç kuşkusuz, bu filmin sade ve uysal temposuna izleyicinin ayak uydurması gerekiyor. Olayların iç yüzleri ve anlamlarını seyirciye dayatmayan ancak bu unsurları görüntüye dahil eden filmin temposu, sihirbazın kendi mesleğine olan inancını kaybettiği anı Chomet ve Tati bizlere gösterdiğinde aniden vites büyütüyor. Sihirbazın, küçük bir çocuğu üzüp şaşırtan uzun ve kısa kalemlerle yaptığı numarayı kasıtlı ve öfkeli bir şekilde bozmasında sarsıcı bir nokta var. Ancak gerçek sihir, yani adamın yaratmış olduğu sihir onun ardında, bizlerin burnumuzun dibinde gerçekleşiyor. Sihirbaz girift bir cevher.
Peter Bradshaw / The Guardian
Çeviri: Melih Tu-men