Erling Jepsen’in ağlamanın sanatı adlı romanından uyarlanan bu kült film, büyük şehir polisinin küçük bir kasabaya tayin edilişiyle (sürülmesiyle) başlar. Dışarıdan bakıldığında her şeyin kendi durağanlığında aktığı küçük bir kasabanın ve onun gizemli bataklığına bir yolculuğa çıkarız. Orada bir nevi sürgün hayatını bitirip kendi şehrine dönmeyi planlayan Robert, hiçte tahmin edemeyeceği olayların içinde bulur kendini. Film Coen Kardeşlerin ve David Lynch’in sinema dilinden izler taşımasına rağmen, bir o kadar da kendi orijinal hikâyesini anlatır izleyiciye. En başından itibaren küçük kasabanın kendi yaşam düzeni ve Robert’ın öğrendiği ve tek bildiği büyük şehrin düzeninin çatışmasını, beklenmedik sürprizlerle dolu kendi dünyasındaki bu kasabanın içinden izleriz. Film bir çok sahnede izleyicinin gözlerini daha fazla açıp, dikkatini daha fazla filme yoğunlaştırır. Yönetmen Henrik Ruben Genz diğerlerinin yaptığı gibi, birçok sahte soru işaretleri yaratıp “ne kadar da gizemli bir film yaptım” kaygısından uzakta, filmi inanılmaz güzel bir finalle bitirir. Film bittiğinde oturduğunuz koltuğun kenarından düşecek gibi yalpalayacaksınız.
Koray Özhan
korayozhan@hotmail.com