Mavi Marmara saldırısından sonra, “insanlar kan ağlarken biz eğlenemeyiz” gerekçesiyle Haziran ayından Eylül ayına ertelenen Altın Koza Film Festivali, bu yıl ilginç bir ikilemi de içinde barındırıyordu. Festivalin her sene Adana’da düzenlenmesinin kentin prestiji açısından öneminin farkında olan Adana Büyükşehir Belediyesi, sinemanın ve genel olarak sanatın dönüştürücü gücünü göz ardı ederek, festivali salt bir eğlence aracına dönüştürecek bir söylemle hareket edip festivali ertelerken; diğer taraftan da festival yönetiminin konjonktüre uygun politik filmlerden ve belgesellerden hazırladığı bir seçki vardı. Belediye ve festival yöneticileri arasındaki bu temel bakış ve algı farkı, festival süresince devam eden organizasyonlarda da kendini gösterdi. Bürokratların özel programlarda ve kente gelen sanatçıların yanlarında boy göstermesi ile festivalin ve festivaldeki içeriğin oldukça uzağında kalan söylemleri bahsettiğim çelişkiyi daha da derinleştiriyordu.
Yönetim ve organizasyon anlamında yaşanan karmaşanın yanında, bu yılki festival programı, özel bölümler dışındaki filmleri göz önüne aldığımızda geçmiş senelere nazaran oldukça zayıftı. Ulusal Yarışma’da Semih Kaplanoğlu’nun Bal filmi haricinde kalan Türk filmleri ortalamanın üzerine çıkamıyor, ehveni şerden birbirlerine üstünlük sağlıyordu. Gösterimi ilk kez Adana’da yapılan Kavşak ise, iyi çekilip iyi oynanmış bir film olmasına rağmen, inandırıcılıktan ve gerçeklikten yoksun kalarak, video klip estetiğindeki toz pembe finaliyle oldukça çetrefilli bir hikayeyi suya sabuna dokunmadan birleştirme kolaycılığına kaçıyordu. Karakterlerin hiçbirinin toplumsal bir bağlama oturtulamaması, aralarındaki ilişkinin rastlantılara bağlanması ve filmin temel bir omurgasının olmaması çatışan hikayelerin birleşmesini engelliyordu.
Ulusal Yarışma’nın haricinde, festivalde Müjde Ar’a verilen Yaşam Boyu Başarı Ödülü nedeniyle oyuncunun beş filminden oluşan bir seçki aracılığıyla Türk sinemasının son dönemiyle 1980’ler Türk sineması arasında da bir bağ kuruluyordu. Atıf Yılmaz, Ömer Kavur ve Halit Refiğ gibi yönetmenlerin filmleri üzerinden günümüz sinemasındaki kadının sunumu açısından bir bağ kurmak şaşırtıcı olduğu kadar; yeni dönem sinemacıların kadına bakışını ve toplumsal alanda kadının yerini sorgulayışını ya da sorgulayamayışını görmek ve bu konu üzerine düşünmek oldukça faydalıydı. Asuman Suner’in Hayalet Ev kitabının son bölümünde “Yeni Türk sinemasına kadınlar açısından baktığımızda ne söyleyebiliriz?” sorusu, Müjde Ar seçkisiyle birlikte hepimizin zihnine yeniden düşüyordu.
“Balkanların Belleği” ismiyle, Yunanlı yönetmen Theo Angelopoulos’un Kitara’ya Yolculuk (Taxidi Sta Kythira, 1984) filminden başlayarak son filmine kadar olan tüm filmlerini kapsayan bölümde, yönetmenin 2. ve 3. dönem filmleri gösterildi. Bunun dışında yönetmenle ilgili çekilmiş dört belgesel de festivalde izleyicilerle buluştu. Festivalin onur konuğu olan yönetmen, filmlerinden oluşan bir sergiye ve sinemasını anlattığı bir panele de katılarak, Adanalı sinemaseverle buluştu.
Altın Koza’nın bu yıl dikkat çeken bir diğer bölümü de Filistin sinemasına ayrılan “Filistin: Barışa Hasret” adını taşıyan bölümdü. Bu bölümde son dönemde İsrail-Filistin arasındaki savaşı anlatan çarpıcı belgesellerin dışında, Filistinlilerin çektiği, savaş dışında da Filistin’de yaşayan insanların gündelik hayatlarında yaşadıkları sorunları gösteren ve Filistin meselesine farklı bir perspektiften bakabilen filmler gösterildi. Filistin sinemasıyla ilgili düzenlenen panelde de Filistin sinemasının farklı fraksiyonlara ayrıldığı ve herkesin Filistin’i görmek istediği şekilde yorumladığı konuşuldu. Panelin en dikkat çekici noktası ise, Filistin’de film yapan Filistinli yönetmenlerin kendilerini bir kurban olarak gösteren dış basındaki bu imajı yıkma gayretini yüksek sesle dillendirmeleri oldu. Filmlerinde doğrudan siyaset yapmaktansa, insan hikayeleri üzerinden yaşanan trajediyi vurgulamanın gerekliliğine dikkat çeken yönetmenler, genç neslin de artık bu yolda ilerlediğini ve uluslararası alanda başarı kazanan filmlere imza attıklarını ifade etti.
Festivalin özel bölümleri dışında gösterilen yabancı filmlerden, bu yılki festivalin açılış filmi de olan İspanyol yönetmen Javier Rebollo’nun Kafkaesk bir atmosfere sahip filmi Piyanosu Olmayan Kadın (La Mujer Sin Piano, 2009), diğer filmlere göre öne çıkıyordu. Madrid’de eşiyle birlikte yaşayan bir kadının bir gününü konu alan ve kadının günlük rutinlerini ekrana getiren filmde, başkarakterin bir gece aniden elinde bavuluyla kendini dışarı atmasıyla hikaye günümüz insanı üzerine düşündürücü sorular soran bir filme dönüşüyordu. Toplumsal hayatta kendisine biçilen “eş” ve “anne” rollerinden sıyrılan bir kadının yaşadığı varoluşsal travma, bir yandan da toplumsal ile bireysel alan arasındaki ilişkiyi sorgulatarak, bireyin kimlik ve aidiyeti üzerine düşündürücü bir bakış açısı kazandırıyordu.
Bu yıl sıkıntılı başlayan ve sönük geçen 17. Altın Koza Film Festivali’nde ödüller ise çok sürpriz olmadı. Bu yılki festivalde yarışan filmlerin kalitesinin görece geçmiş senelere göre düşük olması ödülleri de tahmin edilebilir kıldı. Bal filmi hem Ulusal Yarışma’da hem de SİYAD tarafından “En İyi Film” ödülüne layık görüldü. Halk Jürisi Ödülü Nefes’e giderken, En İyi Yönetmen ödülünü de Nefes filminin yönetmeni Levent Semerci ile Kavşak filminin yönetmeni Selim Demirdelen arasında paylaştırıldı.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com