Komünizmle birlikte dünyanın değişebileceğine dair inanç taşıyan bir kuşağın ideallerinin peşinden giderek sonrasında hayal kırıklığına uğramasını anlatan Kitara’ya Yolculuk (Taxidi sta Kythira, 1984), yönetmenin seçkide gösterilecek filmlerinin de bir anlamda merkezini teşkil ediyor. İlk dönem filmlerinde yönetmenin bütün sorunlara karşın siyasal olarak bir coşku taşıdığı, ideallerine sıkı sıkıya bağlı olduğu görülür. Oysa Kitara’ya Yolculuk’la birlikte bir kopuş yaşanır. Arıcı’da (O Melissokomos, 1986), yönetmen yaşanan kopuşun “kayıp” diye tabir ettiği kendi kuşağına ve ülkesinin kolektif belleğine etkisinin izlerini sürer. Puslu Manzaralar’da (Topio stin Omichli, 1988) ise, başkarakterler Almanya’da çalışan babalarını arayan iki küçük çocuktur. Yönetmenin sinemasında baba figürü hem “duygusal ahengi” sağlamada hem de insanın varoluşunu anlamlandırmada önemli bir metafor olarak kullanıldığından, filmdeki çocukların babalarını aramaları, bir anlamda geçmişle gelecek arasında bir bağ kurulması için de gereklidir.
Leyleğin Geciken Adımı (To Meteoro Vima Tou Pelargou, 1991) yönetmenin sineması için başka bir zirvedir. İdeallerin boşa çıkmasına, belleklerdeki erozyona ve kayıp baba figürünün arkasındaki ahlaki otoritenin yokluğuna bir de yersizlik ve yurtsuzluk eklenir. Yönetmen kendilerine bir ev arayan göçmenlerin hikayesi üzerinden, aslında yaşadığımız çağda hepimizin bir şekilde göçmen olduğumuz fikrini ortaya koyar. Ulis’in Bakışı’ndaki (To Vlemma tou Odyssea, 1995) A. da bu anlamda kayıp film bobinlerini bulmaktan çok yaşadığı varoluşsal bunalımdan kurtulmanın yollarını arar. A.’nın varoluşsal bunalımı Sonsuzluk ve Bir Gün’de (Mia Aioniotita Kai Mia Mera, 1998) çağın kaygılarıyla birleşerek ayyuka çıkar.
Yönetmen, Sonsuzluk ve Bir Gün’den altı yıl sonra çektiği Ağlayan Çayır’da (Trilogia: To Livadi Pou Dakryzei, 2004), 1919 yılından başlayarak, 2. Dünya Savaşı’na kadar olan periyodu Yunanistan’da yaşanan siyasi ve toplumsal gelişmelerle koşut bir şekilde aktarır. Zamanın Tozu’ndaysa (I Skoni Tou Hronou, 2008), A.’nın çektiği film aracılığıyla ilk filmin bittiği yer olan 2. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinden hikayeyi anlatmaya devam eder. Angelopoulos, böylece günümüze sürüklenmiş geçmiş zamanın izine düşerek, yaşadığı yüzyılın kişisel bir değerlendirmesini yapma fırsatı yakalar.
Not: Bu yazı, Altyazı dergisinin 96. sayısında yayımlanmıştır.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com