İçinde Emir Kusturica’nın da bulunduğu “Çek Ekolü”nden gelen yönetmen Goran Markovic, bu ekoldeki yönetmenlerin sıklıkla kullandığı hiciv, ironi ve absürtlük gibi öğeleri “The Tour” filminde daha da öteye götürmüş. Filmin hikâyesini başlı başına bir absürt tiyatro malzemesine dönüştürerek, eleştirilerini bu anlatım yapısının sağladığı imkânlar aracılığıyla gerçekleştirmiş. Romen asıllı Fransız yazar Eugene Ionesco’nun absürt tiyatrosu kadar karanlık bir yanı olan “The Tour”, kimi zaman da tiyatrocuların hümanizmi üzerinden de oldukça duygusal ve etkileyici mizansenler yaratarak Sigmund Freud’un “Şakalar ve Bilinçaltı ile İlişkileri” kitabında belirttiği gibi, aslında şakaların bilinçaltını gün yüzüne çıkardığı teorisini hatırlatıyor.
Belgrad’da yaşayan bir grup tiyatrocunun savaş bölgesinde oyun sergilemek için yola çıkmasıyla başlayan hikâye, yolculuk sırasında tiyatrocuların yaşadıklarıyla da geniş bir arka plan yaratıyor. Bosna Savaşı’nda parçalanan topraklar üzerinde hâkimiyet elde etmek için Sırplar, Hırvatlar ve Müslümanlar birbirleriyle savaşırken bütün bu “anlamsız” savaşın ortasında cepheden cepheye dolaşmak zorunda kalan tiyatro grubunun yaşadıkları, bir anlamda da yönetmenin savaş karşıtı bakış açısını yansıtıyor. Yol kenarlarında patlayan bombalar, etrafı mayınlarla kuşatılmış alanlar ve insan hayatının pamuk ipliğine bağlı olduğu bir keşmekeşin içine düşen tiyatro grubu, aynı zamanda savaşın tarafları olan Sırpların, Hırvatların ve Müslümanların da birbirinden çok farklı olmadığının altını çiziyor. Ufak farklılıklarına rağmen birçok ortak geleneğe sahip bu insanların neden birbirleriyle savaştığını anlamlandırmaya çalışıyor ama savaşın nedeniyle ilgili kesin bir ipucuna ulaşmak mümkün olmuyor. Savaşın başlamasına neden olan faşist yazarlara, rant peşinde koşan siyasilere ve ateşli askerlere eleştiri oklarını doğrultan “The Tour”, bu yüzden bu güruhları filmde özellikle karikatürize ederek sığlıklarını ve bönlüklerini de ortaya çıkarıyor. Savaşın anlamsızlığını absürt sahnelerle gösterirken, savaşın taraflarının ortak noktalarını da hüzünlü tiratlar eşliğinde sunarak savaşın yol açtığı travmalara vurguda bulunuyor. Hırvatların en sevdiği yemeklerin Türk yemekleri oluşu, Müslümanların en sevdiği sanatçıların Sırp oluşu aslında bu üç halkın birbirine ne kadar sıkı sıkıya bağlı olduğunun da en büyük göstergesi.
Parçalanan Yugoslavya’nın önemli oyuncularından olan anne-babası Radu ve Olivera Markovic’e filmini adayan yönetmen, ailesinin kişisel anılardan da faydalanarak savaşın insan üzerinde yol açtığı tahribata dikkat çekiyor. Milliyetlerin aralarındaki ufak farklılıkların, insanları faşizan görüşlere çekmesinin de trajikomik öyküsünü sunuyor. “The Tour”, Freud’un “küçük farklılıkların narsizmi” diye adlandırdığı teorisi üzerinden insanların ortaklığına işaret eden mizansenleriyle, absürtlüğünün altında yatan hümanizmi ve savaş karşıtlığıyla da gönülden bir desteği hak ediyor. Hafifliğine karşın cesur ve sivri dilli olan bu küçük film aslında koca bir insanlık tarihinin de özetini sunuyor.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com