Ümit Ünal “Kaptan Feza”da 1970’lerin bilimkurgu filmlerine saygı duruşunda bulunarak, kaderin cilvesi sonucu aktör bir babanın mafya tetikçisi olan oğlunun trajik hikayesini anlatıyor. Aktör bir babanın oğlu kötü kaderine teslim olurken, onun çevresinde yaşanan ya da yitip gitmeye mahkum olan hayatlar da filmin yan hikayelerini oluşturuyor. Bu noktada, şunu da belirtmek lazım ki; “Kaptan Feza” zaman zaman artık yönetmenin alameti farikası sayılabilecek izler barındırsa da, daha çok yönetmenin kariyerindeki “olmamış” ya da “araya sıkıştırılmış” bir iş gibi duruyor. Karakterler bir türlü derinleşemiyor, aralarındaki ilişkiler yerli yerine oturmuyor, karakterlerdeki kopukluklar olay örgüsüne de sirayet ederek filmin bütünlüğünü bozuyor. Her şeyden önce çok başarılı bir senarist olan Ümit Ünal’ın böylesi başarısız bir senaryoya imza atmasıysa, ayrıca şaşırtıcı.
“Teyzem” (1987), “Hayallerim, Aşkım ve Sen” (1987) ve “Arkadaşım Şeytan” (1988) gibi filmlerin senaryolarını yazan, “Dokuz” (2002), “Ara” (2008) ve en son “Gölgesizler” (2009) filmlerini yöneten Ümit Ünal “Kaptan Feza” ile birlikte kariyerindeki en kötü filme de imza atıyor. Yönetmenin sinemasında her şeyden önce karakterlerin derinliği, karakterler ve otorite arasındaki çatışma, karakterlerin otoriteyle yaşadığı sorunlar yüzünden sekteye uğrayan ait olamama durumu (bir anlamda aidiyet eksikliği ya da yoksunluğu) ve çürümeye yüz tutmuş gündelik hayatın içinde kaybolmuşluk hissi öne çıkar. “Dokuz” ve “Ara”da ülkenin kolektif bilincine inceden inceye nüfuz eden politik söylem, aslında bir anlamda Ünal’ın karakterlerinin yaşadığı varoluşsal sıkıntıların da merkezini işaret eder. Darbeler ve sonrasında devletin sistematik şiddeti ve dayatmacı tutumu, iktidar ve birey arasındaki ilişkinin kopmasına; bireyin kendini yaşadığı ülkede bir yabancı ya da “gölgesiz” hissetmesine neden olur. “Gölgesizler” filminin finalindeki Candan Erçetin’in “Ben Kimim” parçası bu açıdan sadece “Gölgesizler” filmi özelinde değil, Ümit Ünal sineması genelinde de açıklayıcı bir öneme sahiptir. Devlet terörü yüzünden doğduğu topraklarda kendini kimsesiz, yersiz, yurtsuz ve değersiz hisseden bireyin sıkıntısı Ümit Ünal sinemasının ana motifidir.
Yönetmenin filmlerindeki karakterlerin varoluşlarını şekillendiren bu ana motif, ne yazık ki “Kaptan Feza”daki karakterlere nüfuz etmiyor. İdealist hemşire Elif’in monologlarıyla seyirciye didaktik bir şekilde sunulan tiratlarda vurgusu yapılan devletin hapishanedeki eylemleri zor kullanarak bastırdığı, insanları içeride infaz ettiği şeklindeki bilgiler Ünal’ın şimdiye kadar yarattığı “derinlikli” karakterlerin tam tersi bir yerde duruyor. “Kaptan Feza”da karakterlerin belki de biri hariç (Solmaz karakteri) hepsi derinlikten yoksun ve karikatürize bir biçimde sunuluyor. Örneğin filmin ana karakteri olan Ömer, aktör olan babasını çocukken kaybediyor ve fakirlik içinde bir yaşama mahkum oluyor. Ama Ömer’in geçmişiyle ilgili verilen bilgi sadece bununla sınırlı kalınca ve mafya tetikçiliği dışında ona bir alternatif yaratılmayınca, kadercilik vurgusu için seçilen bir “şantaj aracı” olduğu fikri akla geliyor. O “kötü” hayattan kurtulmak için Ömer’e sunulan çıkış yoluna bir türlü film bir alternatif yol önermiyor, dahası böyle bir çaba içine bile girmeye çalışmıyor. Onun yerine karakterler kötü kaderlerine tevekkül etmekle yetiniyor. Bunun yanında, Ömer’in yanında çalıştığı Selami’nin babasıyla olan ilişkisi ve kendi babasıyla olan/olmayan ilişkisine de hiç vurgu yapılmıyor. Oysa Ömer ve Selami arasındaki nefret ilişkisinde de Selami’nin babası önemli bir rol oynuyor. Fakat filmdeki baba figürleri ya çerçevelenmiş bir resim olarak ya da televizyonda oynayan filmlerdeki simalar olarak karşımıza çıkıyor. Suretlerinden öteye geçen hiçbir inandırıcılıkları ya da duygusal değerleri yok. Ama filmdeki en önemli ilişkinin ana minvalinde de etki sahibiler. Ömer’den filmdeki bir diğer önemli karakter olan mafya babası Selami’ye geçersek; onun da kendi babasıyla olan ilişkisi ve Ömer’le arasında olan/olmayan bağ bir türlü ortaya dökülmüyor. Bir mafya babası olmasına rağmen tetikçisinin karşısında yaşadığı “eziklik” duygusunun altında yatanlar üstünkörü monologlarla yüzeysel bir şekilde dillendiriliyor.
Filmin klişe karakterleri ve hikayesinin yanında, bir diğer eksikliği de estetikten ve düzgün bir koreografiden yoksun çekilen çatışma sahneleri… B tipi filmlere saygı duruşunda bulunurken film, bu yanıyla da kendisini de saygı duruşunda bulunduğu filmlerden farklılaştıramıyor. Bu haliyle de kendini ciddiye alan bir B tipi film havası vererek, göndermede bulunduğu kült filmlerin sempatikliğinden ve basitliğinden de uzaklaşıyor. “Kaptan Feza” bir sinema filminden çok televizyon için çekilen filmlere benzese de, bir televizyon filmi için bile fazlaca tirat içeriyor. İlk yarım saatten sonra her karakter derdini ve hikayesini tiratlar atarak haykırıyor ve bunların seyircide yankı bulmasını bekliyor. Ajitatif tiratlar bir yere kadar seyirciyi filme bağlasa da, bu metodun film boyunca sürmesi ajitasyona meyilli bir seyirciyi bile sıkacak kadar ileri gidiyor. Sözün özü, Ümit Ünal “Kaptan Feza”da 70’ler Türk Sineması’nda çeşitlemelerini gördüğümüz yeni olmasa da hala “etkili” olduğuna inandığı bir anti-kahraman yaratıyor. Bu anti-kahramanı mor ötesi kuvvetlerle çarpıştırarak, bizlere son derece demode, sıkıcı ve didaktik bir kaptan Feza masalı anlatıyor. Tabi yerseniz…
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com