Yeni Dalga mutfağında eşsiz bir distopya
Godard ve Traffaut gibi kimi Yeni Dalgacıların uslanmaz kara film hayranları olduklarını hem filmlerindeki referanslardan, hem Hollywood’daki 40-50’lerdeki suç filmlerinden çıkma bir akıma sonradan verdikleri Fransızca “film-noir” adından yola çıkarak anlamak mümkün. İşte film kültürleri epeyce geniş, bu genişliğin getirdiği eleştirellikle zamanlarının anlatım kalıplarının sürekli dışına çıkmaya gayret gösteren bu genç yönetmenlerin en radikali malum Jean-Luc Godard. Alphaville gibi bilimkurgu ile kara film bileşenlerinin yer yer gerçeküstücülüğe varsa da kendini her daim ciddiye alan mizah duygusuyla harmanlandığı, totaliter distopyaların en absürtü çıksa çıksa ondan çıkardı. Femme fatale’likten artık “3. sınıf baştan çıkarıcı” rolüne dönmüş kadınlar, karanlık sokakları ve loş ışıklarıyla Alphakent’e evrilmiş Paris ( Raoul Coutard’a saygılar), geçmişinin gizeminden zihnindeki bilmecelere kadar klasik bir anti-kahraman Lemmy ile Alphaville filmi Godard’ın deney kıvamındaki filmlerinden birisidir. Deneyin bileşenlerini ise konvansiyonel bilimkurgu yöntemlerine başkaldırı, kara film estetiği, popüler kültür göndermeleri ve uyuşturulmuş bir toplum görüntüsü oluşturur.
Dışdünya (filmdeki Dışdünya, aslında Dünya)’dan Alphakenti’ne Ivan Johnson takma adıyla bir gazeteci olarak giriş yapan dedektif Lemmy Caution (Eddie Constantine) aslında bir özel dedektif olup Profesör Von Braun’u aramaktadır. Ford Galaxy marka arabasıyla bu gezegenler arasında yaptığı bu yolculuk sonrasında daha otele girdiği ilk geceden kendisine yollanan robotvari hayat kadınları ve “rahatlatıcı” adı verilen uyuşturucular ile geldiği yerin garipliğini fark eden Lemmy, Von Braun’un kızı Natacha (Anna Karina) ile çevre hakkında bilgi edinmeye başlar. Kısa zaman içinde profesörün yarattığı ve Alphakent’i kontrol altında tutan Alpha60 adlı dev bilgisayarla karşılaşırız. Bu bilgisayar Kubrick’in 2001’indeki Dave gibi yahut diğer “insanlığı kontrol altına alan” robotlar gibi bir güçlü bir yapay zekâya sahip değildir. Dev bir bilgi deposu ile -sözlük, incil gibi- basit karşılaştırmalar ve kararlar alarak çalışır. Konuşulan dilden silinen “neden” gibi sorgulayıcı sözcükler; ağlama, sevme gibi hissel kavramlar sayesinde totaliter yönetim oldukça kolaylaşmıştır. Lemmy’nin hem kaba kuvveti hem de sorgu sırasındaki şiirsel yaklaşımları sistemde karşılığını bulamadığından alt edilemez olmuştur. Filmin diğer başlıklarından birisi olan “Tarzan vs. IBM” bu karşıtlığın bariz bir ispatıdır.
Godard’ın bu filmdeki başlıca kaygısı teknolojik gücün bir elde toplanması üzerine insanların benliklerinden ve birbirlerinden koparılarak sürü gibi yönetilmesidir. Bunun sebepleri (ve hatta sonuçları) olarak sanatsal ve dinsel kavrayışlar tükenmiş, temel insani tepkiler körelmiş, iletişim bitmiştir. Sinemada “gösterge” kullanımının ustası Godard toplumun bu hiçlik içerisindeki çözünmesini filmde en ufak şekilde gizlemeden her sahnede göze sokar. Bir röportajında “İletişim öldü, yaşasın iletişim araçları!” derken aletlerin üretiliş ve kullanış amaçlarının arasındaki farklılaşmaya dikkat çeken yönetmen, filmde olayların bu raddeye nasıl geldiğini açıklamaya pek çalışmamıştır. Amaç gerçekleri olduğu gibi mantığa uygun yansıtmaktansa yansıtılan kısmı güçlendirmektir. Bu güçlendirmenin öğeleri nelerdir? Ölüm karşısında bile ağlamaları yasaklanan insanlar “mantıkdışı” davrandıkları takdirde dev olimpik havuzlarda infaz edilir. Yüzyıllar içinde insanoğlunun farkındalığına göre sürekli kabuk değiştiren dinin yeni formu “bilim” olmuştur. Wittgenstein’ın meşhur “Dilimin sınırları, dünyamın sınırları demektir.” sözündeki gibi insanların dünyası daraltılan sözcük haznesiyle paralel daralmıştır. Hastalıklı bir toplumu barındıran Alphakenti’nin içine hapsolmuş karakterlerin popüler kültürde karşılıkları bulunmaktadır. Bu karşılıklar hem onları seyirciye yabancılaştırma görevini görür hem de mevzubahis kentin pek çok bileşeninin kanıksanmışlığını sorgulatır. Lemmy Caution’un Dick Tracy ve Flash Gordon’u merak etmesi, Von Braun’un asıl adı Nosferatu ve Heckell&Jeckell soyadındaki bilim adamları, IBM-Olivetti-General Electric şirketleri bunların bazılarıdır.
İnsanoğlunun ürettiği ve kontrol altında tuttuğunu sandığı teknolojik aletlerin kontrolü ele geçirdiği, bir süre sonra insanları da makineleştirdiği bir yer dedik Alphaville için. Godard böyle bir dünyayı anlattığı distopyasında, fark edildiği üzere tek bir özel efekt kullanmayarak politik filmlerini nasıl politik çektiğini gösterir. Filmin pek çok bilimsel mantık hatası olmasına rağmen yıllar sonra (65’te çekildiği hâlinden daha) gülünç duruma düşen bilimkurgulardan olmamıştır. Filmin tekniksel eksikliklerini ve maddi yetersizliklerini Godard lehine çevirmiş, kimi komedi öğelerini bu noktalardan çıkarmıştır. Yazının başında bahsettiğimiz neo-noir özellikleriyle donatılmış film sonradan Ridley Scott’ın Blade Runner ve Alien filmleri ve Terry Gilliam’ın Brazil’ine fikir babalığı yapmıştır. Alphaville, Godard’ın La Chinoise ve Week-End gibi izlenmesi (daha doğrusu okunması) meşakkatli filmlerinden çok, À bout de souffle ve Vivre sa Vie gibi her karesiyle insanı mest eden çıkış filmlerine yakın durmaktadır.
Yiğitalp Ertem
yalpertem@gmail.com