Metropolis her ne kadar fütüristik bir distopya olarak anılsa da, aslında filmin geçtiği arka plan bir yanıyla da döneme ışık tutar. 1. Dünya Savaşı’nın ardından, endüstrileşmenin ve yeniden yapılanmanın hızla arttığı, kapitalizmin sömürü düzeninin işçilere kök söktürdüğü bir dönemin yansımasıdır. Toplum sınıflara ayrılmıştır ve en altta işçiler vardır. İşçilerin hemen üstünde makineler, en üstte ise, patronlar ve onların aileleri vardır. Üst sınıf rahat evlerde yaşayıp görkemli balolarda eğlenirken, işçilerin çalıştığı yerin hemen aşağısı aynı zamanda yaşadıkları yerdir. İşçiler emeklerinin sömürülmesi ve serbest zaman etkinliklerinin sınırlamasına rağmen, onlara konuşma yapan Maria’nın da etkisiyle bir orta yolun bulunabileceğine inanır. Oysa patronları; işçileri, hata yapmayan ve insana benzeyen robotlarla değiştirmenin hesabını yapmaktadır.
Sinema tarihinin en pahalı ve görkemli filmlerinden biri olan Metropolis, aynı zamanda “üreten eller” ve “planlayan beyin” arasındaki aracıyı “kalp” olarak belirleyen retoriğiyle de farklı okumalara imkan tanır. Hitler, filmin bu mesajını kendi partisinin ideolojisine göre yorumlayarak, aracıyı “devlet” olarak görür ve filmin retoriğini Nazilerin işbirliği ve organizasyon şekline uyarlar. Filmin ucu açık finali de farklı okumaların çürütülmesini engelleyici bir rol oynar. Filmin pek çok farklı okuması olmasına rağmen, şu bir gerçektir ki; Metropolis’teki pek çok konu hala geçerliliğini koruyor. Kapitalizmin gücü arttıkça, orta sınıf eriyerek; zengin ve fakir arasındaki uçurum daha da açılıyor. Çalışma şartları ve hayat şartları bir kesim için daha da zorlaşırken, diğer kesim için hafifliyor. Üreten ellerle planlayan beyin bir türlü kendine bir aracı bulamıyor.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com