Filmle ilgili yapılan yorumların, filmi küçümsediğini ve filme gereken özenin gösterilmemesi sonucu yapıldığını düşünüyorum. Bana kalırsa, Vicdan “iyi” bir film. Ama kapalı bir film. Her izleyicinin rahatlıkla çözümleyeceği ve sırf filmin hikayesine göre yorumlayacağı bir yapıda değil. Filmin hikayesi kadar, filmin kurgusu ve mizanseni de filmin anlamlandırılmasında büyük bir önem arz ediyor.
Vicdan, taşrada bir fabrikada çalışan insanların iç dünyalarına inerek onların psikolojilerini açık ederken, bir yandan da işçilerin çalışarak yabancılaştıkları fabrikayı ve taşrayı ürkütücü bir şekilde resmediyor. Sürekli kadraja giren alev görüntüleri, fabrikanın kaotik atmosferi ve koyu renk tercihleriyle de akıllara yer eden bir fabrika imgesi yaratılıyor. Bu fonun içinde de tutku ve cinsellik içinde kayıp giden ve özlerindeki kötücüllüğü, tıpkı yaratılan fabrika imgesi gibi korkutucu bir şekilde dışa vuran karakterleri görmek mümkün. Özellikle yönetmen Erden Kıral’ın yarattığı fonun taşıdığı anlamlar ve olası yan hikayeleri düşününce; filmin, merkezindeki aşk üçgeninden daha ziyade anlamlar taşıdığını da görmek mümkün. Filmdeki bireysel hikayeler fazla kapalı kalsa da, yönetmenin toplumsal gerçekçi arka planı düşündürücü tespitlerle sunması filmin en büyük artısı oluyor. Özellikle taşradan çıkışın/kaçışın karakterleri sürüklediği çıkışsızlık/kaçışsızlık hali çok çarpıcı bir şekilde vurgulanıyor. Taşranın, tekdüze yaşamın ve emeğe yabancılaşmanın boğuculuğu, klostrofobik bir atmosferle dışavuruluyor.
Filmin kurgusu da aşina olduğumuz akıcı kurgu yerine, sıçramalı kurgu teknikleri kullanılarak yapılıyor. Bu tercih de, bana göre, yönetmenin, tekdüze yaşayan karakterlerinin iç yüzünü ve dışarıyla içerinin ayrımını vurgulaması açısından yapmış olduğu ironik bir tercih. Yoksa, yönetmen daha önce Bereketli Topraklar Üzerinde filminde yaptığı gibi klasik akıcı kurguyu da kullanabilirdi. O filmde, fabrikada çalışan işçilerin, sendika örgütlenmesinin, emeğe yabancılaşmanın hikayesi anlatılıyordu ve vurgulanmak istenen şey tekdüzelik ve yabancılaşmaydı. Vicdan‘da ise, yönetmen, tekdüze bir hayat süren karakterlerin psikolojik çözümlemesine girişmiş. Bunu ne kadar dışarıya yansıtabilmiş, orası tartışılır tabii. Ama yönetmenin bu tercihine de saygı duymak gerekiyor. Gazetelerde yer alan, “cahilce” yorumlar gibi; “bu filmin kurgusu hatalı” değil. Sadece yönetmenin derdi başka. Kaldı ki, yönetmen pek çok konuda seyircilerin genel görülerini de sınıyor. Film açılışıyla bile, seyircinin arkasına yaslanarak izleyeceği bir film olmadığını belli ediyor. Filmin son sekansından bir sahne ile açılan film, filmin finalindeki sekansı tamamen izlediğimizde şaşırtıcı bir hal alıyor. Ve hepimiz tabir-i caizse oltaya geliyoruz. Ama filmin genel anlamıyla bizi oltaya getirmesi, bana kalırsa, filmi küçümsememizi ve basitleştirmemizi de gerektirmiyor. Tersine, filmin farklılıklarını ve yönetmenin tercihlerini tartışmak ve bu bağlamda filmi değerlendirmek, filmin bizden istediği zaruri bir ihtiyaç haline dönüşüyor. Ki, bir film, izledikten sonra, izleyecide film üzerine düşünme zorunluluğu yaratıyorsa da; o film için “kötü” sıfatını kullanmak, bilmiyorum ne derece doğru olur.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com