Tecavüze uğramasının ardından töreler gereği ölmesi gereken Meryem kendini öldürmeyince iş, askerden dönen akrabası Cemal’e kalır. Cemal de Meryem’i öldüremeyince Marmaris’e kadar uzanan bir kaçış başlar. Orada da İstanbul’daki iş-eş-arkadaş çevresinden, entellektüel atmosferden bunalmış üniversite profesörü İrfan ile yolları kesişir. Zülfü Livaneli’nin romanından Abdullah Oğuz’un çektiği Mutluluk, sahiden roman gibi bir film. Töre sorunu etrafında gelişen, ama didaktik ukalalıkları olmayan, işin sosyal yönü kadar, üstelik belki de ondan daha fazla sinema estetiğine önem veren bir film olmuş. Hatta biraz da cesaretle epik bir Türk filmi çıkmış ortaya diyebilirim. Çok güzel resimler çektiği gibi, son yıllarda bir Türk filminde görmekten gurur duyabileceğimiz nefis sekansları da bünyesinde barındırıyor. İzleyenler hangi sahneleri kastettiğimi anlayacaktır. Ama Talat Bulut’un canlandırdığı profesör İrfan karakterinin, filmde kendisine biçilmiş, ama üzerine bol gelmiş olan, hayata ve onun çirkinliklerine vakıf bilge pozisyonundaki eksiklikler filmde arıza çıkarıyor. Yabancı filmlerde bu tip mevkilerin oyuncusu olarak genellikle Anthony Hopkins’in seçildiğini söylersem demek istediğim biraz anlaşılabilir. Ama yanlış olmasın. Sorun Talat Bulut’un oyunculuğunda değil, İrfan karakterinde ve onun işlenişinde. Zaten oyunculuk yönünden mükemmel bir Murat Han yanında, yüzünü TV’de eskitmekte olmasına rağmen Meryem’in saflığını gerek şive, gerek aktörlük açısından çok iyi veren Özgü Namal’ın etkisi de açıkça görülüyor. İrfan olayı dışında zaman zaman o güzel coğrafyanın tadını bile zehir edebilen gerilim duygusuna fazlaca yüklenildiğini (esas amaç bu da olabilir), bazı gereksiz bölümlerin süreyi şişirdiğini düşünsem de, özellikle görüntü yönetimi ve Livaneli’den kaynaklanan müzik kullanımı açısından belki de hasret kaldığımız sağlamlıkta. Yine İrfan’ı katmazsak sonunu çok iyi bağlayan bir olgunlukta olduğunu da söyleyebilmekten mutluyum.
Osman Danacıoğlu
odanac@gmail.com