Tickets, Ermanno Olmi, Abbas Kiarostami ve Ken Loach’un birlikte çalıştığı, ortak bir proje. Filmde, Orta Avrupa’dan Roma’ya giden bir tren içinde yolculuk yapan, birbirinden farklı kültürlerde insanların hikayeleri anlatılıyor. Üç yönetmenin ortak çalışması olan film, özellikle Asya sinemasındaki ortak çalışmalar gibi birbirinden bağımsız ve tek tek bölümlere ayrılan episodik bir film değil. Aksine filmi izlerken tek bir film izlermiş gibi takip ediyoruz. Bölüm ayrımları özellikle belirtilmiyor, fakat filmi anlatırken bölümlere ayırarak anlatmakta fayda var.
Bölüm 1 / Ermanno Olmi
İlk bölümde, uçuşu iptal olan, biyolojik tarım ilaçları danışmanlığı yapan bir profesörün, mecburi olarak yaptığı tren yolculuğunun bir süre sonra içsel bir yolculuğa dönüşmesine tanık oluyoruz. Trende yolculuk yapmaya alışık olmadığından, trenin gürültüsü ve kalabalığı onu işinden uzaklaşmaya ve düşünmeye sevk ediyor. Biofarm ilaç firmasında çalışan ve yolculuğu için ona yardımcı olan Sabine’yi bir türlü unutamıyor. Onu düşünerek çocukluğuna ve geçmişine doğru bir yolculuk yaparken bir yandan da geleceğe yönelik hayallerde kurmayı ihmal etmiyor.
Bu bölümde çizgisel bir anlatım yok, zaman zaman geri dönüşlerle profesörün hem yolculuk öncesi Sabine ile tanıştığı iş görüşmesine hem de Sabine ile düşünde buluştuğu sahnelere yer veriliyor. Ama bu anlatım kalıbı fazla abartılmış ve bir süre sonra sıkıcı olmaya başlıyor. Şahsen benim en kopuk bulduğum bölümdü. Ne profesörün geçmişi ne de Sabine ile olan gerçekle düş karışımı yakınlığı yeterince anlatılamamış. İlk bölümden akılda kalanlar Chopin’in melodileri ve Valeria Bruni Tedeschi’nin insanın içini ısıtan gülümsemesiydi.
Bölüm 2 / Abbas Kiarostami
Bu bölümde bir generalin yaşlı karısı ve zorunlu sosyal hizmeti nedeniyle ona eşlik eden Filippo’nun yolculuğunu izliyoruz. Bu bölümde tren içinde İtalyanlara özgü, basit nedenlerden yapılan gevezece tartışmaların yanı sıra trenin camından da yolculuk sırasında dışarıyı gözlemleme fırsatını yakalıyoruz. Bir yandan da Filippo’nun geçmişte kız arkadaşı Monica ile yaşadıklarını, küçük bir kızın anlatısıyla öğreniyoruz. Aynı zamanda son bölümde izleyeceğimiz Celtic taraftarları da kadrajda yavaştan belirmeye başlıyorlar.
Kiarostami yine özenli kamera kullanımıyla kadrajına birbirinden güzel enstantaneler alırken, anlattığı hikayeyi de yavaş yavaş ve kendine has mizahıyla aktarmayı başarıyor.
Bölüm 3 / Ken Loach
Bu bölümde ise Celtic-Roma maçını izlemek için Roma’ya giden, üç Celtic taraftarı gencin yolculuğunu izliyoruz. Taraftarlardan biri aynı zamanda Loach’un Sweet Sixteen filminin başrolünde Liam rolünü oynayan Martin Compston. Bu bölüm, İngiliz filmlerinden aşina olduğumuz yoğun argo kullanımıyla birlikte aynı zamanda bütün filmin en eğlenceli ve hareketli bölümü. Aralarından birinin biletini kaybetmesiyle birlikte ise, işler içinden çıkılmaz bir hal alıyor ve küfürlerin havada uçuştuğu inanılmaz bir sekans başlıyor. Fakat filmin sonlarına doğru, yine Loach filmlerinden alıştığımız bir göçmen hikayesi karşımıza çıkıyor.
Ermanno Olmi’nin fikrinden yola çıkılarak hazırlanmış bu tren yolculuğu hikayesinde, farklı toplumlardan ve sınıflardan insanlar bir trenin içinde buluşuyorlar. Tren yolculuğu kimi zaman içsel bir yolculuğa dönüşüyor kimi zaman da eğlenceli bir hal alıyor. Olmi ve Kiarostami’nin içsel yolculuğa değinen bölümlerinden sonra, Loach’un hareketli ve eğlenceli bölümü bir göçmen hikayesiyle birleştirilmeye çalışılıyor. Fakat filmi izledikten sonra açıkçası filmin hedefini ve anlattığı hikayeyi net bir şekilde kavrayamıyorsunuz. Üç bölümde de arka planda yolculuğunu izlediğimiz göçmen ailesi belli ki filmin temel dayanak noktası, fakat bu kadar yüzeysel bir anlatımla mı birleştirilmeliydi sorusu akla geliyor. Her ne kadar Ken Loach, kendi süresi içinde hikayesini oldukça güzel bir şekilde anlatsa da, anlattığı hikaye diğer iki hikayeye göre oldukça farklıydı. Bütün kusurlarına rağmen, başlarında sıkılıp filmi bırakmayanlar için eğlenceli bir tren yolculuğu olabilir.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com