1941 yılında, Romanya’da küçük bir Yahudi köyünde, köyün “delisi” Shlomo köylerine Nazilerin baskın yapacağı haberini alır ve köydeki hahamları uyarmaya gider. Bunun üzerine hahamlar düşünürler ve yine Shlomo’nun önerisiyle, sahte bir nakliyat treniyle Kudüs’e gidilmesine karar verilir. Trene, bir grup Yahudi, oylama sonucu Nazi kılığında, geri kalanlar ise, tutuklu olarak binerler. Ve yolculuk başlar…
Eğitimini Fransa’nın prestijli eğitim merkezlerinden biri olan IDHEC’te tamamlayan, Romen yönetmen Radu Mihaileanu, Train of Life’ta Nazi dönemini kendince absürd bir komediyle hicv ediyor. Bu Nazi dönemi eleştirisini, Alman ve Yahudilerin yaşantıları, Tanrı kavramı ve insani bakışı ön plana çıkaran anlatımıyla da destekliyor.
Keman, klarnet ve davulun bolca kullanıldığı, Goran Bregovic imzalı enfes Balkan müzikleri, klasik Balkan insanı tiplemeleri ve absürd bir tren yolculuğuyla, izleyene keyifli dakikalar vaat eden Train of Life, özünde insanı ve insani değerleri anlatan bir film. Bu evrensel konusuyla da Brezilya’dan Almanya’ya, İtalya’ya, Fransa’ya ve Amerika’ya kadar uzanan, birçok farklı kültürden sinemaseverin ilgisini çekebilmiş ve birçok festivalden ödülle dönmüş. Son olarak, filmden bir diyalogla, filmin absürdlüğünü ve komikliğini yansıtarak nokta koymalı.
-Shlomo nasıl oldu da deli oldun?
-Tesadüfen ! Haham olmak istemiştim, ama pozisyon doluydu. Sonra baktım ki delilik boşta, başkası olacağına, ben olayım dedim.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com