İskandinav sinemasını takip edenlerin sıkça rastladığı oyunculardandır, Nicolas Bro. Reconstruction, Adams Aebler, Voksne Mennesker ve Allegro gibi filmlerde gördüğümüz, şişman, sevimli ve eğlenceli mizacıyla bizleri sürekli güldürmesine alıştığımız Bro’yu bu sefer çok farklı bir rolde izliyoruz. İskandinav sinemasının son yıllarda parlayan yönetmenlerinden olan Christoffer Boe’nin son filmi Offscreen, Nicolas Bro’nun film içinde film çekme serüvenini anlatıyor. Filmde Nicolas Bro ve Christoffer Boe yine kendilerini canlandırıyor. Boe’nin filmdeki pozisyonu, Lars von Trier’in 5 Engel’ine benzer şekilde bir denetmenlik/gözetmenlik durumu. Nicolas’ı film çekmeye iten ve eline kamerayı veren Boe, ondan sonra sessizce köşesine çekilerek olan biteni bizimle birlikte izlemeye başlıyor.
Film içinde filmler her zaman bana çekici gelmiştir. Gerek yönetmenin kendi gündelik hayatından izler taşıması, gerekse de onun çekim teknikleriyle ilgili ipuçları vermesi bakımından önemlidir de. Fakat Offscreen’in tamamen farklı bir yapısı var. Filmi iki yarılı düşünebiliriz. İlk yarıyı Nicolas Bro’nun kameraya alışma safhası şeklinde yorumlarsak, ikinci bölüme de Bro’nun kameralara bağımlı hale gelerek kendini kaybetme safhası diyebiliriz. Zira filmin ikinci bölümünde Bro ile birlikte filmde yönünü kaybediyor ve birden filmin türü korku-gerilime dönüyor. İlk bölüm ne kadar eğlenceliyse, ikinci bölümde o kadar korkunç.
Film içinde Boe, bir önceki filmi Allegro’nun da çekimlerinden kısa bir bölümü izleyicilerle paylaşıyor. Diğer iki filminde olduğu gibi yine yenilikçi ve yaratıcı yanını film içinde gösteren ve deneyselliğe yatkınlığını açık eden Boe, bu sefer sürekli elde dolaşan ve yüze yakım çekim yapmayı tercih eden kamera yönetimi ve doğaçlamalara izin veren oyuncu yönetimiyle bir kez daha etkileyici bir film kotarmayı başarmış. Bro’nun kameralara alışma süreci ve kameranın insan hayatını sürekli gözetim altında tutan işleviyle de medyaya ve “Biri Bizi Gözetliyor” türevi programlara da ucundan değindiğini düşünüyorum. Özellikle filmin ikinci yarısında Bro’nun nasıl sosyal ve ruhsal değişim gösterdiğini ve filmin finalindeki eylemini göz önünde bulundurursak, Boe’nin de vatandaşı Lars von Trier’den geri kalmadığını görebiliriz. Gerçekleri kabullenemeyen bireylerin, yaşanan gerçekliği değiştirmede ve kendine göre kurgulamalarında da önemli rol oynayan kameraların hayatla olan yakın ilişkisini anlatan ve kameranın işlevine yönelik soruları da ekrana getiren Boe, bu sefer şok edici sahneleriyle izleyenlerini esir alıyor. Filmin finalindeki melodramları çağrıştıran ve filmin etkisini bir nebze azaltan müziği bile, filmin içinde barındırdığı rahatsız edici sahnelerin üstüne çıkamıyor. Christoffer Boe ilk yarıda alışık olduğumuz Boe, fakat ikinci yarıda Lars von Trier’i andıran bir etkiyle izleyicisinin karşısına çıkıyor. Nicolas Bro’nun kişisel trajedisini ilk yarıda ironik bir biçimde izleyicilerle paylaşırken, diğer yarıda ise özdeşleşmenin önüne set çekerek, sadece Bro’nun kimlik sorununa ve realiteden kopuşuna yer veriyor. Kamerayı eline aldıktan sonra hayatı ve kişiliği değişen Bro, hem röntgencilik üzerine kurulu programlara hem de bu programlar aracılığıyla insanların yaşadığı kişilik yanılsamalarına ayna tutuyor.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com