Theo Angelopoulos‘un senaryosunu Tonino Guerra ile kaleme aldığı, görüntü yönetmenliğini Andreas Sinanos‘a teslim ettiği ve müzikleri Eleni Karaindrou‘ya emanet ettiği, klasik bir Angelopoulos başyapıtı; Weeping Meadow. 1919 yılından başlayarak 2. Dünya Savaşı’na kadar olan dönemdeki Yunanistan‘ı filmin arka planına alan yönetmen, merkezine de Eleni‘nin iç burkan dramını alıyor. 1919 yılında Bolşevik Devrimi’nden kaçan Yunanlıların bir sınır kasabasına yerleşmesiyle hikaye başlıyor. Devrimden kaçan Yunanlılar arasında Eleni isimli bir kızda var. Kızı himayesine alan Spyros, kız büyüdüğünde onunla evlenmek istiyor. Fakat Spyros’un oğlu ve Eleni, küçüklüklerinden beri birbirlerine aşıklar. Eleni’nin bir de çocuktan ikiz bebeği var. Filmin bundan sonraki bölümleri ise, faşizmin Avrupa’da yayılışı, Yunan iç savaşı ve Dünya Savaşı gibi olayların arka planda anlatıldığı insanlık dramı şeklinde geçiyor.
Bir Angelopoulos filmini kelimelerle anlatmak çok zordur. Minimalist üslubuyla çoğu zaman diyaloglara gerek kalmadan, görüntüleri ve müzikleriyle her şeyi anlatır Angelopoulos. Ağlayan Çayır’da sinemasının belki de uzun olmasına rağmen, en olgun ve tipik örneklerinin birini sergiliyor. Gerek sessiz, sade ve minimalist anlatımı, gerek filmin her karesinin farklı bir hikayeyi anlatırmışçasına dikkatle hazırlanan görsel yapısı ve simgesel anlatımıyla tam bir Angelopoulos başyapıtı. Sinema tekniklerinin kusursuz kullanımı dışında, Angelopoulos’un içlerinde usta senarist Tonino Guerra’nın da yer aldığı dört kişilik bir ekiple yazdığı senaryoda çok güçlü. Üç saate yayılan minimalist drama içinde, yönetmen ülkesinin de karanlık günlerine dönerek, ülkesinin yaşadığı değişimi ve Avrupa’nın geneline yayılan buhranı da gözler önüne seriyor. Eleni küçük yaşında annesini Bolşevik Devrimi’nde kaybediyor. Oradan kaçıyor, Yunanistan’da sefalet içinde yaşayarak büyüyor. Daha tam büyümeden, yaşlı bir adamla evlendirilmek isteniyor. Çocukları başka bir aileye veriliyor. Tam çocuklarını buldu derken, bu sefer de iç savaş aileyi birbirinden ayırıyor. Senaryo sürekli yeni savaşlara ve yeni dramlara yelken açarken, sürekli yağan yağmurun altında ezilen insanların dramları beyazperdede olağanca sessizliğiyle iç burkuyor. Eleni, savaşın ve selin etrafındaki çemberi daraltmasına rağmen, bütün bunlara inat çocuklarıyla ve eşiyle yaşamaya çalışıyor. Ama sonunda savaş dört bir yanı sardığında, beklenen ayrılıklar ve vedalaşmalar kaçınılmaz oluyor. Geri dönülmez bir katliam başlıyor. İnsanlar nedenini bilmedikleri savaşların tam ortasında kalıyor. Bedenler yıkıntıların ortasında kalan çıplak ağaçlar gibi terk ediliyor. Amerika düşleri yerini çamurdan nehirlerde akan insan bedenlerine bırakıyor. Çocukluk aşkları nedensiz savaşların bedellerini ödüyor…
Angelopoulos kamerasını genelde uzakta tutarak, olayları, karakterleri ve mekanları geniş açıdan ekrana yansıtıyor. Nehirleri taşıran, köyleri sular altında bırakan, durmaksızın yağan deli bir yağmur altında köy evlerini, yıkık dökük binaları ve içlerinde yaşayan paramparça hayatları kadrajına alıyor. Kusursuz çerçevelerini, Eleni Karaindrou’nun her zaman ki enfes müzikleriyle donatıyor. Ele aldığı konuyu ustalıkla, sessiz, sade ve derinden anlatan, sözlerden çok görüntülerle konuşmayı tercih eden, göç üzerine, iç savaş üzerine, gurbette yaşamak üzerine, anne olmak üzerine ve her şeyden öte insan olmak üzerine, Angelopoulos‘un tüm dünyaya hediyesi; Ağlayan Çayır.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com