Dedektif Fisher, Avrupa’dan uzaklaşmak için Kahire’ye gider. Filmde, Fisher’ın Kahire’deki hipnoz seansıyla başlar ve geriye doğru Fisher’ı ve yaşadıklarını anlatır. Fisher, bir davayı çözmesi için tekrar Avrupa’ya çağrılır. Bir seri katil vardır ve kurbanlarını öldürdükten sonra, vücutlarını parça parça etmektedir. Polis şefi Kramer bu olayı çözemediği için, ona yardımcı olmak amacıyla Fisher çağrılır.
Lars Von Trier’in ismini duyuran, aynı zamanda “Avrupa” üçlemesinin de ilk ayağıdır, Element of Crime. Trier’in Avrupa tasviri çok karanlıktır. Avrupa, gündüzleri ve mevsimleri olmayan, karanlık ve yağmurlu, eski bir kıtadır. Filmde, zamana ve döneme dair en ufak bir ayrıntı yoktur. Post-apokaliptik dönemleri hatırlatan, rahatsız edici ve gizemli bir atmosfer vardır. Bununla birlikte, Trier’in daha sonraki filmlerinde de aşina olacağımız, soğuk ve mesafeli anlatımını, bu filmde de gözlemlemek mümkün. Bu sayede filmin karanlık ve gizemli görünümü, daha da rahatsız edici bir boyut kazanıyor.
Olayları çözmek için yeniden Avrupa’ya gelen Fisher, akıl hocası Osborne’a danışır. Osborne’un suç ile ilgili metotlarını sıraladığı, filme adını da veren “Element of Crime” isimli bir kitabı vardır. Bu kitapta suçluyu yakalamak için, suçlunun dünyasının içine girmenin önemi vurgulanır. Fisher’da bu doktrine göre hareket eder ve katilin yaşadığı gibi yaşamaya çalışır. Onun gezdiği yerlere gider, onun kaldığı yerlerde kalır. Fakat film ilerledikçe, Fisher katille öyle özdeşleşir ki, katil/Fisher ayrımı yapılamayacak bir duruma gelinir.
Böylece, Lars Von Trier yarattığı karanlık dünyaya, bir de gizemli bir kara film hikayesi ekler. Kara filmlerde sıkça etkisi hissedilen, Ekspresyonizm ise bu filmde çok daha belirgindir. Trier’in Danimarka stüdyolarında yarattığı ve Kopenhag’ın pek kullanılmayan bölgelerinde tercih ettiği mekanlar ve ışık kullanımı, karakterin ruh halindeki çelişkileri de oldukça iyi yansıtır. Karanlık ve tedirgin edici Avrupa, aslında gizemli ve suça meraklı olan Fisher’ın da dışavurumu gibidir. İlk başlarda gizemli bir karakter olan Fisher, film ilerledikçe çözülmeye başlar. Ve ne kadar karanlık bir karakter olduğu su yüzüne çıkar.
İnsanoğlunun en derin noktalarına değinen, insanın suça yatkınlığını ve suçun çekiciliğini, bir de karanlık bir Avrupa profiliyle gösteren Trier, ilk uzun metrajıyla Cannes’ta “Altın Palmiye” ödülüne aday olduysa da, ödülü Wim Wenders’in Paris, Texas filmine kaptırdı. Buna rağmen, ilk kez bir Danimarka filmi, tüm dünyada bu kadar yankı uyandırmayı başarmıştı. Rahat edici filmlerine alışık olduğumuz bir yönetmen olsa da, Element of Crime onun en rahatsız edici filmlerinin başında geliyor. Bu yüzden bu filmi herhangi bir şekilde övmek veya yermek sağlıksız olacaktır. Ya çok sevilecek ya da nefret edilecek, ortada durmayan bir film; Element of Crime. Fakat bir gerçek var ki; filmi sevmeseniz de, muhtemelen bu filmin karanlık ve rahatsız edici atmosferini uzun süre hatırlayacaksınız.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com