Death of Mr. Lazarescu, Romanya sağlık sisteminden ve genel olarak Romanya’da insan hayatına verilen, daha doğrusu verilmeyen önemden çok daha ötesini anlatıyor. Alkol alan ve bunu saklamayan, kendi halinde evinde kedileriyle birlikte yaşamaya çalışan Lazarescu bir gece fenalaşıyor ve ambulans çağırıyor. Apartmandaki komşuları ona yardım etmezken, daha sonra gittiği hastanelerdeki doktorlar tarafından itilip kakılıyor ve ucu açık bir finalle Bay Lazarescu’nun akıbeti izleyicilere bırakılıyor.
Prömiyerini Cannes Film Festivali’nde yapan film bir yanıyla bürokrasiyi ve sağlık sistemini satirik yoldan eleştirirken, öte yandan da izleyicileri insan ve ölüm üzerine düşünmeye zorluyor. Evet, zorluyor diyorum. Çünkü filmdeki atmosfer tam anlamıyla Kafkaesk bir atmosfer ve ne yazık ki zavallı Lazarescu başına geleceklerden habersizce hastaneye gidiyor. Hoş, komşuları bir ağrı kesici bile vermeyi çok görürken başka çareside kalmıyor. Bitmek bilmeyen koşuşturmalar, ilgisiz doktorlar, çok bilmiş hemşireler, uyduruk bürokratik prosedürler derken Bay Lazarescu’nun hayatını umursayan kalmıyor. Bize izlediklerimiz Shakespeare’in Yanlışlıklar Komedyası’nın yeni bir uyarlaması gibi gelirken, aslında ortada bir oyun filan yok. Sahne, insanoğlunun tükenmişliğini yüzümüze vurmaktan başka bir işlev görmüyor. Yaşlı, hasta ve kimsesiz bir adamın kenara itilmişliği ve kötü kaderiyle baş başa bırakılışı sadece bir ülkenin gerçeği ve iyi işlemeyen sağlık sistemine bağlanabilecek denli basit olamaz. Olmamalı. Yönetmen Puiu’nun satirik eleştirisinin altında yatan ana fikir; insan hayatının bu kadar ucuz olmaması gerektiği bana sorarsanız. Orada yaşlı, hasta ve kimsesiz birinin olmasından çok, ölüm karşısında insanoğlunun çaresizlik hissi birazda yansıtmak istediği… Ölüm kuşkusuz hepimiz için aynı. Ama yine de kim ister ki Bay Lazarescu’nun sonu gibi bir sonu? Hangi insan hak eder ki öyle bir unutulmuşluğu ve aşağılanmayı? Üstelik burada aşağılanan ve bir kenara itilen Lazarescu değil, bizzat insanın kendisi. Yönetmen Puiu bir belgesel edasıyla elinde kamera, Lazarescu ve onun çevresindeki garip güruhu resmederken filmini de yaşam ve ölümle çevreliyor. İzlediklerimiz Bay Lazarescu’nun ölümünden çok, insanoğlunun ölümü gibi aslında. Puiu finalde Lazarescu’yu giysilerinden arındırıp çırılçıplak soyarken, nedense beni de bir üşüme kapladı. Sanki o soyulan Lazarescu değil de, bizdik. Camus’un dediği çok doğru: “İnsan ne ise, o olmayı reddeden tek yaratıktır…” Ne zaman vazgeçeceğiz reddi ve yola koyulacağız acaba? İleriye atılan adımlar bizi geriye götürürken, gitmemiz gereken ne de çok yol var oysa…
Ölüsünü bekliyor Ruhi Bey
Bir yanda Ruhi Bey bir yanda ölü
Ve görmemek ister gibi ölüyü
Oturmuş bir iskemleye.
Ben ki bir ölüyü beklemekle geçirdim geceyi
Bir ölüyü ve ölünün bütün inceliklerini.
(Edip Cansever –Düşlüyor Ölümü Ruhi Bey)
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com