Film, Billy Holiday’in izleyeni hüzne davet eden şarkısıyla açılır. Bizde başımıza geleceklerden habersiz, bir resim sergisinin içinde ufak bir gezintiye çıkarız. Derken, birden Billy Holiday’in sesi, yerini ambulansın siren sesine bırakır. Ambulansta giden, sürekli sayıklayan güzel kız Milena’dır. Ambulans giderken, bir yandan da kocası Stefan ile ayrıldığı sahneye geri dönülür. Daha sonra, Alex’le Milena’nın tanışmasına doğru gideriz.
Karakterleri tanımaya, onların karşılaşma ve ayrılma anlarından başlarız. Bir düzlemde Milena ve Stefan’ın ilişkisi sondan başa anlatırken, diğer düzlemde de Milena ve Alex’in tanışma süreci baştan sona doğru anlatılır. Aralardaki kısımda ise, Milena’nın hastanedeki görüntülerinden, olayların akışına yer verilir. Bu anlamda filmin tıpkı, Inarritu filmleri gibi postmodernist bir anlatım yapısı olduğunu söyleyebiliriz. Film içindeki olaylar ve karakterlerin yaşadıkları filmin çeşitli yerlerinde dağınık olarak verilir. Film, zamandan kopuk bir şekilde ilerler.
Milena, istediği gibi davranan, istediği kişiyle beraber olan, özgür, neşe dolu biri olmasına rağmen, aynı zamanda “Çölde Çay” kitabını okuyacak kadar da romantiktir. İlişkilerinde aidiyet duygusu başladığında, sevgilisi onu sınırladığında, kendini kapana kısılmış hisseder ve yeni bir aşk arayışına başlar. Yine de geride bıraktıklarını özler. Onları bir kalemde de silip atamaz. Onlara ihtiyacı vardır. Çünkü, yalnız kalamayacak kadar kırılgan ve sevgiye muhtaçtır. Alex ise, sessiz, sakin ve konformisttir. Hayatı sıradandır ve Milena’nın aksine çılgınlıklardan uzak durur. Fakat, bu iki zıt karakter birbirlerine ilk görüşte aşık olur. İkisinin de aşkı tanımlama şekilleri de, karakterleri gibi farklıdır. Aralarındaki bu farklılıklar ise, karakterleri trajik bir sona doğru sürükler.
İsabetli müzik seçimleriyle, silüetleri ve renkleri uyumlu kullanarak yarattığı enfes kompozisyonlarla ve de Art Garfunkel, Theresa Russell, Harvey Keitel’den oluşan, harika oyuncu kadrosuyla, 80lerin en ilgiye değer filmlerinden biri, Bad Timing. Doctor Zhivago ve Fahrenheit 451 gibi filmlerde de görüntü yönetmeni olarak çalışan, yönetmen Nicolas Roeg, bu filmde de görüntü yönetmenliğinden gelmenin avantajlarını kullanmış. Kamerasına ve anlattığı hikayeye oldukça hakim. Zor bir anlatım yolu seçmesine rağmen, hikayeyi fazla dağıtmadan, çok iyi bir film kotarmayı başarmış.
Barış Saydam