Barış, bolluk ve umut ülkesi ütopyası…
Dünya üç kutuplu bir eksene ayrılmıştır: Avrasya, Doğu Asya ve Okyanusya. Görünüş itibariyle üç kutuplu gözükse de aslında anlatılan tek kutuplu bir dünyanın yansımasıdır. Film, Okyanusya’nın başkenti Londra’da geçer. Ülke, parti oligarşisi altındadır. İktidardaki partinin tek amacı bireylerin bilinçlerini yok etmektir. Parti insanların bilinçlerini yok edip, akıllarını bir disipline sokma çabasındadır. Bu amaçla da adalet, özgürlük, gerçek, bilgi, duygu ve zaman gibi kavramları kendi istedikleri gibi manipüle eder. Partinin resmi ideolojisi, Ingsos’un üç önemli sloganı vardır; “savaş barıştır, özgürlük köleliktir, bilgisizlik güçtür.” En ağır suç, düşünce suçudur. Düşünce polisinin görevi, düşünce suçunu engellemek, parti tarafından saptanan ortak düşünce biçiminin dışına çıkanları yakalayarak, bu suçluları yeniden topluma uyumlandırma çabasına girişmektir.
Tüm Okyanusyalılar televizyonlar tarafından idare edilip, gözetlenmektedir. Bu televizyonların seslerini kısmak veya kapatmak mümkün değildir. Bu araçlar sayesinde insanlar koşullandırılır. Times gazetesi de aynı amaç için kullanılır. İnsanlar Büyük Birader’in istekli ve gönüllü birer öznesi haline dönüştürülür. Bütün bu iktidarın araçlarında gerçeğe yer yoktur, bu araçlar tamamen propagandaya yönelik işler. Bu yüzden insanlar artık neyin gerçek neyin yalan olduğunu bilemez. Çünkü duygularından arındırılarak hissizleştirilmiş, bir nevi ideal insan formuna dönüştürülmüşlerdir.
Fakat içlerinden Winston Smith (John Hurt) kendi içinde bir sorgulamaya girişmektedir. Antikacıdan bir defter alır ve günlük tutmaya başlar. Günlüğünün ilk satırlarına da “geçmişe ya da geleceğe, düşüncenin özgür olduğu bir çağa” kelimelerini yazar. Altına da “Büyük Birader çağından, ölü bir adamdan” diye not düşer. Aslında bir düşünce suçu işlediğinin ve yakalanacağının farkındadır. Fakat böylesine bir toplumda insanlığını kaybederek yaşayacağına, düşünen ve hisseden bir insan olarak yakalanmak daha iyi diye düşünmektedir. Her iki şekilde de aslında Winston ölü bir adamdır. Aynı zamanda parti iktidarında birey olarak kalmaya çalışan son insandır. Ama hafızası sürekli değiştirildiği için zihni karma karışıktır, hatıraları parça parçadır. Bütün bunların nasıl olduğunu anlar ama neden olduğunu bir türlü anlayamaz.
Toplumun değişmesi yolunda tek umudu ise proleteryadır. Bunu ”Eğer bir umut varsa proleterlerde var. Eğer kendi güçlerinin bilincine varabilirlerse…” şeklinde ifade eder. İktidar partisi proleterleri hayvan yerine koyduğu için proleterya tepkisizleşmiştir. Öyle ki iktidar onları denetleme gereği bile duymaz.
Winston, kendisi gibi dış parti üyesi olan Julia ile bir ilişki yaşamaya başlar. Bu ilişkinin temelinde de aslında Winston’ın iktidara ve düzene karşı duyduğu nefret yatar. Cinsel ilişkiyi “insan türünün sürdürülmesi” görevine indirgeyen partiden gizli yerlerde dilediklerinde sevişerek içlerindeki düzen karşıtlığını dışavururlar. Bu ilişkileri sıradan bir aşk ilişkisinden çok, kendilerini bu sistemin birer parçası olarak görmediklerini göstermek için yapılan politik bir eylemdir.
Winston düzene karşı daha etkin olabilmek için Büyük Birader’in karşıtlarından Goldstein’in yer altı hareketi ile temasa geçer. Daha doğrusu onlar Winston’la temasa geçer. Ancak bu ilişkiyi sağlayacak aracı O’Brien bir düşünce polisidir. Burada yaratılan Goldstein imgesinin üzerinde durmak gerekir. Goldstein yaratılan ütopik dünyanın karşıtı, bir hain bir toplum düşmanı olarak gösterilir. Oysa Goldstein diye biri yoktur. Bu sadece bir imgedir. Tıpkı partinin yarattığı hayali savaş gibidir. Savaşın kendisi gerçek olmasa bile, parti insanların savaşta olduklarına inanmalarını ister. İnsanların bastırılmış saldırganlıklarını bu yolla, yarattıkları düşmanlara yöneltirler. Savaş aslında düşmana karşı değil, toplumsal yapının güçlenmesine yöneliktir. Tıpkı Büyük Birader gibi Goldstein de parti tarafından yaratılmış saf bir kurgudur. Bu kurgular sayesinde toplumsal yapı güçlendirilmeye çalışılır.
Parti kendi çıkarları doğrultusunda insan zihnini yeniden yaratır. Gerçek ve yalan kavramı iç içe geçer. Bir gerçek yalan olur, bir yalan gerçek olur. Parti insanların düşündüklerinin ve gördüklerinin yalan, kendi söylediklerinin gerçek olduğunu dayatır. Bunun içinde bütün insan doğasını kontrol altına almaya çalışır. O’Brien “Partiye sadakattan başka sadakat yoktur, Büyük Birader sevgisinden başka sevgi yoktur.” diyerek partinin amacına da vurgu yapar.
George Orwell’in romanından uyarlanan, aslında bir anti-komünist söyleme dayanan bu karşı-devrim ütopyası bugünde geçerliliğini koruyor. Orwell romanında komünizmi merkezine alarak bir karşı-devrim ütopyası yaratsa da onun esas konu edindiği merkezi ekonomi ile yönetilen ülkelerin yatkın olduğu çarpık yönetim biçimlerini sergilemektir.
“Burası bizim ülkemiz. Bir barış ve bolluk ülkesi. Bir ahenk ve umut ülkesi. Burası bizim ülkemiz…”
Orwell’in esas yapmak istediği aslında bu tezi çürütmektir. Böylesine bir söylemin nasıl çöktüğünü ve nasıl sıkıştığını gözler önüne sermektir. 1984 bütün bunları oldukça iyi yansıtıyor, Winston karakteri de aslında tek kutuplu bir dünyada insan olarak kalmaya çalışan sıradan bir kahraman. Kahraman derken alışık olduğumuz günümüz kahramanlarından da oldukça farklı. Günümüzde yaratılan her türlü zorluklara göğüs geren, erdemli, zaman zaman duygusal katharsisler yaratarak bizi kendisiyle özdeşleşmeye zorlayan, kusursuz bir kahraman değil Winston. Onun tek derdi, etrafında kurulmuş “bilgisizlik güçtür, düşünmek suçtur” diyen düzenin içinde yer almamak. Bireysel trajedisine bir anlam vermek. Ben kimim, nereden geliyorum, nereye gidiyorum sorularına cevap bulmak. Kendini bir şekilde anlamlandırmak. Fakat parti bunun olmasına izin vermez. İnsan olarak kalmak, düşünmek ve hissetmek tehlikelidir. Parti alışılmışa göre davranmayan ve kurallara uymayanları 101 numaralı odaya götürür. Bu oda oligarşik sistemin otoritesini tümüyle uyguladığı, asilerin korkularıyla yüzleştirildiği yerdir. Bu odada insanların geçmişleri silinir, bugünleri şekillendirilir ve gelecekleri yok edilir.
“Gerçek var ve yalan var. Özgürlük… Özgürlük, iki artı ikinin dörde eşit olduğunu söylemektir.” (Winston)
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com