16.!f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde gösterilecek filmler belli oldu. Birbirinden farklı, yenilikçi ve kalıplara kolayca sığdırılamayacak pek çok filmin gösterileceği festivalde biz de seçkiden kısa bir derleme yaptık. İsterseniz kısaca programda bizler için öne çıkan filmlere bakalım.
Keşif Bölümü
Şehrin Son Günlerinde (Akher Ayam El Madina)
Mısırlı yönetmen Tamer El Said’in Şehrin Son Günlerinde isimli filmi, hem yönetmenin kendi hayat hikâyesinden parçaları içerisinde barındıran hem de Kahire şehrinin yavaş yavaş düşüşüne tanıklık eden bir yapım. Filmde, Kahire bir arka plan olmaktan öte filmin temel karakterlerinden biri durumunda. Bireyin yaşadığı kentle kurduğu aidiyetin kaybolması ve bunun yarattığı travma üzerine büyük sözler söylemeden, sakin ve derinden giden bir yapıya sahip.
Kimse Benzemez Bana (Anashim Shehem lo Anı)
Yarıştığı festivallerde “İsrail’in Frances Ha’sı” olarak anılan film, bir kadının peşine takılarak aşk ve cinselliği sorgularken; bunun ötesinde aslında toplumsal kalıplarla ve yaşamın standartlaştırılmış unsurlarıyla didişen, onlara boyun eğmeyi reddeden özgürlükçü bir tavra sahip. Yeni bir Frances Ha beklentisi ve Fransız Yeni Dalgası etkisi fazla abartılı olabilir ancak kıpır kıpır ve kalıplara sığmaz bir filmle hazır olun!
İkaros
İkaros, Peru’daki Amazon’ların derinliklerinde ayahuasca ismi verilen kadim bir saykedelik bitkiden ve Şamanların şifa almak için ormanlardan öğrendikleri ikaros adı verilen şarkılardan medet uman üç insanın hikâyesini anlatıyor. Gerçek bir ayin seansı sırasında çekilen film, rasyonel ve bilimsel çözümler yerine kadim çözümlere yönelerek, beden ve ruh birlikteliğinin peşine düşüyor. Ruhsal bir meditasyon arayanlar için özel bir seans gibi…
Aşk & Başka Bi’ Dünya
Seni Ne Kadar Sevdiğimi Bir Bilsen (Nawet Nie Wiesz, Jak Bardzo Cie Kocham)
Lodz Film Okulu’ndan Pawel Lozinski’nin filmi kendi babasıyla olan iletişimsizliklerinin bir yansıması şeklinde de görülebilir. Filmde, bir anne ile kızı arasındaki yaşananları bir terapistin terapi seanslarıyla birlikte izliyoruz. Yeni bir Persona olmaktan çok uzak olsa da, sarsıcı bir deneyime hazırlıklı olun deriz. Bir anne-kızın ilişkisi üzerinden film kişisel hayatlarımıza da nüfuz etmeyi başarıyor.
Fare Filmi (Rat Film)
Baltimore’un dillere pelesenk olmuş fare sorunundan yola çıkan yapım, bu sorunla ilgileniyor gibi yaparak aslında şehrin sınıfsal ve ırkçı geçmişine bir bakış atıyor. Filmle ilgili yazılan yazılarda Werner Herzog’un yapımlarını hatırlattığı vurgusu bu yüzden de boşuna değil. Herzog kafasını sevenlere duyurulur!
Galalar
Aquarius
!f’in takipçileri Kleber Mendonça Filho ismini hatırlayacaktır. Yönetmenin ilk filmi Komşu Sesler 2013 yılında Keşif ödülünü kazanmıştı. Yönetmenin son filmi Aquarius dünya prömiyerini Cannes’da yapmıştı. Filmde, yalnız yaşayan, 60’lı yaşlardaki emekli müzik eleştirmeni Clara’nın hikâyesi anlatılıyor. Fakat Brezilya’nın toplumsal meseleleri, geçmişteki hatıraların ağırlığı ve dönüşen sosyal hayatla peşi sıra… Özellikle başrol oyuncusunun performansıyla adından sıkça söz ettiren film, açık ara festivalin en iyi ve en tesirli filmlerinden biri olmaya aday.
Buster’ın Hasta Kalbi (Buster’s Mal Heart)
Başrolde Mr. Robot’taki performansıyla hatırladığımız Rami Malek, yönetmen koltuğunda ise Gece Dalışı ile !f’i ziyaret eden Sarah Adina Smith… Bu birliktelikten kafa karıştırıcı, gizemli ve neyin gerçek neyin kurgu olduğunu bulmakta zorlanacağınız bir hikaye… Bir vücudun üç ayrı insana ev sahipliği yaptığı bir bilim kurgu mu bu, yoksa kafasında üç ayrı insan yaşatan bir adamın paranoyasının içinde miyiz? Karar sizin…
Hayata Rövaşata Çeken Adam (En Man Som Heter Ove)
Bu yıl bizim en çok merak ettiğimiz filmlerden biri, aynı zamanda sürpriz bir başarı yakalayarak Oscar’larda da En İyi Yabancı Film dalında son beşe kalan sıcak ve naif bir İsveç filmi… Eksantrik bir başkarakter, kendine özgü bir mizah, İskandinav sinemasındaki anlatım özellikleri ve İsveç’in bestseller’larından birini kaynak olarak alan güçlü bir senaryo… Bizleri heyecanlandırmak için yetti de arttı bile!
Kırmızı Kaplumbağa (La Tortue Rogue)
Oscar ödüllü Hollandalı animasyon film yönetmeni Midhaël Dudok de Wit ve Studio Ghibli güçlerini bu diyalogsuz, sade, ama hipnotize edici animasyon için birleştiriyor! Cannes’ın Belirli Bir Bakış bölümünden Jüri Özel Ödülü’yle dönen Kırmızı Kablumbağa, bir animasyon filmde aradığınız her şeye sahip neredeyse: Büyüleyici mizansenler, aksiyon dolu bir hikâye ve her detayı düşünülmüş gözünüzü alamayacağınız çizgiler. Film, kaplumbağalar, yengeçler ve kuşlarla dolu bir ıssız adaya düşen bir adamın Robinson Cruose gibi hayatta kalma mücadelesini anlatıyor. Midhaël Dudok de Wit’in insanın içini ısıtan neşeli bir öykünün içinde felsefi sorular soran filmi, Ghibli filmlerinin yalınlığının ve içtenliğinin büyüsüne sahip.
Ay Işığı (Moonlight)
Yılın en çok merak edilen ve en çok ödül kazanan bağımsız filmi Ay Işığı, !f’in de aynı zamanda açılış filmi. On altı yıla yayılan bir hayat kesitini üç bölümde anlatan Ay Işığı, siyah bir Amerikalının büyüme hikâyesi. Siyah Amerikalı bir adamın erkek olma yolculuğunu, insanın içine işleyen bir aşk ve özlem hikâyesini ve birbirimize bağlanma ihtiyacımızı büyülü bir bütünün şiirsel olduğu kadar politik parçaları olarak anlatabiliyor Ay Işığı.
T2 Trainspotting
Trainspotting için ne denilebilir ki… Sadece döneminin gençlerinin haleti ruhiyesini anlatan kült bir film olmaktan çok öte, sinema sanatının da 90’lardaki en dikkate değer örneklerinden de biriydi. Danny Boyle ve İngiliz sinemasının ele avuca sığmazlığı, radikal başkaldırısı, enerjisi ve mizahıyla hepimizi büyülemişti. 20 yıl sonra Boyle bir kez daha aynı grubun peşinde… Macera devam ediyor!
Oyun
Aloys
Berlin, Locarno ve Busan gibi dünyanın önemli festivallerinde dolaşan Aloys, uzun süredir bizim de radarımızdaydı. Aloys, yıllardır birlikte yaşadığı ve bir dedektiflik bürosunu birlikte yürüttüğü babasının kaybının ardından, sanki hayatının iplerini elinde tutmasını bu sağlayacakmış gibi, aynı melankolik rutine devam eder. Ta ki bir gün, içinde onun için çok değerli video kayıtlarının olduğu bir çanta çalınıncaya kadar; Aloys’un iş için ya da kendisi için çektiği, hayatla bağlarını tutan kayıtlardır bunlar. Avcı, av olmuştur artık. Kasetler ona geri gönderilir. Ancak Vera isimli, onun hakkında çok şey bilen birisi Aloys’u ‘telefon-yürüyüşü’ adını verdiği bir oyunun içine çekmeyi başarır. Telefon-yürüyüşü, utangaç mizaçlı insanlar için yaratılmış, onları telefonla konuştukları insanın tarif ettiği yerlere ve durumlara sürükleyen bir oyundur. Filmin keskin ve köşeli estetiği, filme hakim olan pastel renklerle bir tezat yaratıyor; Aloys’un algısının, yanılsamalarının ve hayal dünyasının içine doğru yol aldıkça, hayatla fantezi, sevgiyle sonsuz yalnızlık arasında bir yerlere düşüveriyoruz.