Dogma akımının kurucularından Lars Von Trier ve Thomas Vinterberg imzalı Dear Wendy, yine Trier’in Amerikan toplumu üzerine yaptığı eleştirilere bir devam niteliğinde. Filmin sadece senaryosunu yazmasına rağmen, filmde Trier etkisi yoğun olarak hissediliyor. Trier elindeki hikayeyi, kendi düşüncelerine en yakın isimlerden biri olan Vinterberg’e vermesi de bilinçsiz bir tercih değil tabii ki. Bu ortak çalışmanın başrol oyuncusu da aslında kişilerden çok, filme de adını veren (Wendy baş karakterin silahına verdiği isim) silahlar. Silahların bu derece önemli olmasının altındaki nedenlere değinmeden önce, biraz filmin hikayesinden ve olayların gidişatından bahsetmekte fayda var.
Maden ocağında çalışan, babasının ölümünün ardından yalnız yaşamaya başlayan Dick; güven sorunu yaşamaktadır ve hayata tutunmak için eski silahlara olan tutkusuna sarılır. The Dandies adını verdiği, gizli bir tabanca hayranları kulübü kuran Dick ve arkadaşları, her ne kadar misyonlarında pasifist olduklarını söyleseler de silahlarla olan tehlikeli ilişkileri istenmeyen olaylara yol açacaktır.
Dandies grubu aslında tıpkı Dick gibi, kendine güven sorunu yaşayan, insanlar arası ilişkilerde başarılı olamayan, toplumda istedikleri konuma bir türlü gelememiş, bir tür “kaybedenler” (loser) topluluğundan oluşmaktadır. Bu gruptaki kendine güvensiz gençler, yanlarında silah taşıyarak ve bu silahlara en yakın dostlarıymış gibi davranarak, kendi kimliklerini bulmaya ve kaybettikleri özgüvenlerini yeniden kazanmaya başlıyorlar. Bu yüzden silah, özgüven, aidiyet (toplumsal anlamda) ve gücü simgeliyor. Kendilerine olan güvenlerini kazandıktan sonra ise, bir makine gibi her şeyin tekdüze olduğu kasabalarındaki maden ocağında çalışmak istemeyen gençler, sistemin bir parçası olmamak için sisteme karşı geliyorlar. Aslında bu noktada içinde bulunduğu topluma ve sisteme karşı gelen, ayrılıkçı bir havası varmış gibi görünse de, filmin konu edindiği meramları çok farklı noktalara gidiyor.
“Nasıl bir provokasyon olursa olsun, onları ruhani destek olarak taşırız. En önemli şey bu. Taşınabilirler, ama asla ortalığa savrulmamalılar.” diyerek Dick, Pasifist Manifesto’sunu özetlese de, biz bunun bu kadarla sınırlı kalmayacağını biliyoruz aslında. Gruptakilerden birinin büyükannesi olan, sürekli korunaklı evinde yaşayan, korkusundan dışarıya çıkamayan, yaşlı ve aksi kadının, polisten korktuğu için polisi öldürmesiyle, Dandies grubunun pasifist söylemleri de sadece sözde kalıyor. Bu noktada yine Trier’e ve Trier’in Dogville ile başlayan ve Manderlay’la devam eden, Amerikan toplumu üzerine eleştirilerine bakmakta fayda var. Özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra, gittikçe artan, insanları sindirme ve bir korku kültürü yaratma üzerine mevcut iktidarın söylemlerine Trier kendi üslubuyla bir göndermede bulunuyor. Korkusundan dışarıya çıkamayan yaşlı kadın, hayatta kalmak için bir polisi bile gözünü kırpmadan öldürebiliyor. Bu da yaratılan korku kültürünün, silahlanmayı arttırdığını ve insanların kendilerini korumak için kendilerini savunmaları gerekebileceğini, alegorik bir biçimde gözler önüne seriyor.
Dogma, akımının öncülerinden yönetmen Thomas Vinterberg filmle ilgili şöyle demiş; “Bu filmin, klasik, insanı düşünmeye sevkeden bir dram olduğunu düşündüm önce. Sonra da, Batı dünyasının çoğunun kendini silahlara sahip olan barışçılar gibi gördüğünü de düşündüm. Bu film için çalışmalar başladığından bu yana, silah sevgisi hakkında rahatsız edici duygular ve düşünceler aklımdan çıkmıyor.” Filmin en kritik noktalarından biri de, silahların insanlara güç veremeyeceği ve silahla barışın getirilemeyeceği gerçeği. Bu da sadece Amerika’nın politikalarına değil, filmin bütün dünyaya bir eleştirisi aslında.
Amerikalı eleştirmenler filmi yüzeysel bulup beğenmese de, Dear Wendy; Lars Von Trier’ın Dogville ile başlayan, zaman zaman provokatif boyutlara ulaşan, Amerikan toplumu üzerine eleştirilerinin bir devamı niteliğinde. Dogville gibi teatral bir yapısı olmasa da, yine onu hatırlatan minimal bir mekan kullanımı, zaman zaman bir dış sesin anlatımı, zıtlıkları gözler önüne seren bir ışık kullanımı bu filmde de mevcut. Dogville, Dear Wendy, Manderlay derken Trier sesini yavaştan yavaştan yükseltmeye başlıyor. Hiçbir zaman, siyasi söylemleri ön planda tutan, doğrudan bir siyasal film çekmeyen Trier, alegorik anlatımıyla ve çözümü seyircisine bırakan, zekice taşlamalarıyla eleştiri oklarını yöneltmekten de geri kalmıyor. Kimi kesimler Trier’i ve Dear Wendy’yi varsın yüzeysel bulsun, Trier ve arkadaşları yaptıkları işlerin arkasında durmaya ve eleştirilerine devam ediyor.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com