Politiki Kouzina, yönetmen Tassos Boulmetis’in ilk bilimkurgu denemesinden tam on üç yıl sonra beyazperdeye aktardığı ikinci filmi. Filmin senaryosu da, aynı zamanda kendi yaşantısından izler taşıyor. Yunanistan’da 4 milyon kişinin izlediği ve ülkesinin Oscar aday adayı filmi olan Politiki Kouzina’da, yönetmen, bir Rum ailesinin yemekle ve İstanbul ile olan ilişkisini anlatmış. Filmin çizgisel bir anlatımı yok. İçinde üç ayrı bölümü bulunduran, çok karışık sayılmayacak parçalı bir anlatımın tercih edilmesi, filmi benzeri dramlardan ayıran ve filme süreklilik katan artı bir özellik olmuş. Film, astronomi hocası olan Fanis’in, günümüz Atina’sındaki yaşamıyla açılıyor. Fanis, okul dönemi bittiği için tatil planları yaparken, İstanbul’dan dedesinin onu ziyaret edeceği haberiyle planlarını değiştiriyor. Özenle yemekleri hazırlıyor, içkileri koyuyor, dedesinin eski arkadaşlarını çağırıyor. Fakat dedesinin hastalandığı için gelemeyeceğini öğrenince hayal kırıklığına uğruyor.
Fanis’i kısaca tanıdıktan sonra, bölümlerden ilki olan 1959 yılının İstanbul’una geçiyoruz. Kıbrıs Barış Harekatından önce, Yunanistan ile Türkiye arasındaki gerginliğin tırmanışa geçmediği günlerde, Fanis’in çocukluğunu ve ailesini tanımaya başlıyoruz. Bu bölümler, Fanis’in anlatısıyla ilerlediği için, masalsı bir atmosfere de sahip. Dedesinin ve ailesinin yemeğe ve baharatlara düşkünlüğünü, bir Rum ailesinin dönemin İstanbul’undaki yerini ve alışkanlıklarını gözlemledikten sonra, atmosfer biraz karanlıklaşıyor.
Kıbrıs’ta işler kızıştıktan sonra, İstanbul’daki Rumlar da, Yunanistan’a göç etmeye zorlanıyor. Çok geçmeden Fanis ve ailesi de, dedesini geride bırakarak, Atina’ya göç ediyor. Fakat, Atina’da göç eden Rumlara, ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapıyor. Filmin ikinci bölümü olan, 1964 Atina’sında ise, ailenin Atina’ya ve yeni taşındıkları çevreye alışma evresini izliyoruz. Tatlılar ismini alan, son bölümde ise Fanis’in İstanbul’a dönüşü anlatılıyor.
Politika Kouzina, hem hikayesi hem anlatısı hem de müzikleriyle oldukça etkileyici bir film. Yönetmen, iki halkı da, o kadar iyi aktarmış ki, iki halkın aralarındaki ortak noktaları o kadar güzel yansıtmış ki, takdir etmemek elde değil. Yağmur yağarken bir şemsiyenin altındaki bir Türk ve bir Rum, çatı katında birbirine aşık olan çocuklar, aile içinde çıkan tartışma sekansları, çok güzel planlanmış. Bu sayede, denizin ayırdığı, iki farklı kültürmüş gibi görünen, Yunanlıların ve Türklerin, gelenek ve göreneklerin aslında nasılda ortaklaşa olduğunun farkına varıyoruz. Yönetmen göçü ve göçün ayırdığı bir aileyi anlatırken, hoşgörüyü ve duyarlılığı da elden bırakmayarak, bu hikayenin insani yanını ön plana çıkarmayı başarmış. Başak Köklükaya ve Tamer Karadağlı’nın da küçük rollerde oynadığı bu sıcak ve sade filmi kaçırmamanızı öneririm.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com