Eski kalabalık kadrolu filmlerin ardından birtakım faydalı bölünmeler, sonra da o bölünmelerden doğan yeni kombinasyonlar oluştu. Kimi ekip halinde, kimi Kemal Sunal gibi tek başına, en çok da Zeki Alaysa-Metin Akpınar gibi ikili olarak eylemlerini sürdürdüler. Bir dönem Şener Şen-İlyas Salman da bu ikililerden biriydi. Banker Bilo, Dolap Beygiri, Şekerpare gibi komedilerde beraber rol aldılar. Sonra farklı yönlere gittiler, Şener Şen, Türk Sineması’nın en en önemli filmlerinden Züğürt Ağa, Namuslu, Çıplak Vatandaş, Milyarder, Muhsin Bey gibi ciddi komedilerle aldı yürüdü. (Eşkıya‘dan bu filmlerden biraz farklı olduğu için bahsetmedim). İlyas Salman ise onun kadar istikrarlı değildi açıkçası..
İkili halde çektikleri filmlerde Salman genellikle saf doğulu köylüyü, hem de cahilliği kurnazların ağzını sulandıracak bir saflıkla canlandırırken, Şen ise o ve onun gibilerin sırtına binip sömüren, doymak bilmez fırsatçı tiplemesindeydi. Birinin saflığına, diğerinin kurnazlığına sinir olurdum. İlk izlediğimiz sıralarda bu tür filmleri “film” oldukları için pek ciddiye almaz, hayatta asla böyle şeyler olamayacağına İlyas Salman saflığında inanırdık. Ama Şener Şen tiplemelerinin, hatta daha zalimlerinin günümüzde bile cirit attığı gerçeği zamanla suratımıza tokat gibi inmiştir. O filmlerin aslında gerçeğin farklı bir sureti olduğunu, yaşadığımız hayattan hiç de kopuk olmadığını fark etmişizdir.
O kalabalık kadrolarla başlayan, Zeki- Metin‘in VHS klasikleri, Salman-Şen ikilisinin toplumsal hiciv başyapıtları ve devamında Kemal Sunal ile birlikte Şener Şen‘in yukarıda bahsedilen benzersiz kara komedileri ile süren muhtelif furyalar, aslında o dönem ne kadar sağlam bir politik eleştiri altyapısı olduğunu ve bu ciddi altyapıyı en iyi sağlayan ve yaygınlaştıranların ironik bir şekilde komedyenler olduğunu belirginleştirdi. (70’ler seks furyası ve 80’ler feminizm furyası da başka şeyleri belirginleştirdi o ayrı! Gerçi 80 sonrası ortam itibarıyla furyadan geçilmiyordu ya!). Ama öte yandan bu ciddi komedi yapımların, komedi dozu fazla kaçmış da haksızlıkları, yolsuzlukları şaka gibi algılamış, tepkisizleşmiş miyiz acaba? Pasifliğimiz, duyarsızlığımız ondan mıdır? Biraz ondansa da, daha çok başka şeylerden, konumuz bu değil. Ciddi filmler ve komedilerin sosyal olaylara bakışı zaten başlı başına bir tez konusudur.
Çiçek Abbas bu adı geçen filmler gibi bir Türk Sineması klasiği olmuştur. Peki neden? Hem de Sinan Çetin yönetmiştir. (Sevmeyenleri bu konuda bile komplo teorileri üretmiş). Çetin‘in çetinliği ayrı bir tartışma konusu. Amacım, onun yönettiği bir filmi sevmiş olmayı mazur göstermeye çalışmak değil ama yönetime bakarsak, dönemin filmlerinden hiçbir farkı olmadığını görürüz. Bu kadroyu başka bir yönetmen de yönetse zamanın standartlarının dışına çıkmazdı zaten. Çiçek Abbas, başarısını Yavuz Turgul‘un hikayesine borçludur. 12 Eylül sonrası yoksulluğun kendine has fonunda, usta ve çırağın zamanla iki rakip minibüsçü oluşu, aşk ve işteki amansız rekabetleri, yani klasik gibi duran iyi-kötü mücadelesi o denli içtendir ki, her zaman nasıl başlayıp nasıl bittiğini anlamadan izleyip bitiririz.
Dramsa dram, komediyse komedi, romantizmse romantizm.. Çiçek Abbas Türk Sineması’nın yüzakı filmlerden biri. Yöneten yönetir ama Abbas, Şakir gibi herkese benzeyen, ama kimsenin olamayacağı iki karakter, Cahit Berkay‘ın yürekleri dağlayan “Çiçek Abbas” teması, karizmalar üstü Ahmet Mekin (Michael Caine‘in bahtsız versiyonu), Adile Naşit, Ayşen Gruda, Pembe Mutlu, yıllar öncesinden gelen, hala soframıza konuk olduğunda bile afiyetle yenen, çoluğumuzun çocuğumuzun bile izlediğinde güleceği (biraz daha büyüdüklerinde hüzünleneceği) son kullanma tarihi olmayan, bu zamansız filmin en değerli parçalarıdır.. Aslında film bile denemez. Film taklidi yapan bir hayat kesiti. Finalde belirsizliğe doğru ilerleyen minibüs, aşkın engel tanımazlığına, tertemiz bir hayata, sınırsız hayallere açılmış bir yelkenli gibi değil midir?
Osman Danacıoğlu
odanac@gmail.com