Yönetmen Cedric Klapisch, Paris ile çok karakterli komedi-dramalarına bir yenisini daha ekliyor. Filmin arka planını oluşturan kent Paris olunca, romantizm ve hüzün de filme ortak oluyor. Kısa bir ömrünün kaldığını öğrenen Pierre’in çevresine ve yaşadığı kente bakışı filmin genel bakış açısına dönüşürken, arka planda da bol karakterli bir pembe dizi yaşanıyor. Bunu pembe dizi olarak ifade ediyorum, çünkü filmdeki karakterlerin yaşam tarzı hiçbir şekilde gerçekçi gözükmüyor. Film boyunca bu yapaylığı ve abartıyı hissetmek mümkün. Üstelik Romain Duris, Juliette Binoche, François Clouzet, Melanie Laurent ve adını sayamadığım daha pek çok önemli oyuncunun filmde önemli performanslar sergilemesi de, Paris’in bir türlü filmde esas karakter olarak öne çıkamayışı gerçeğini değiştirmiyor. Filme ismini de veren böylesine güçlü bir kentin ben daha da ön plana çıkarılmasını isterdim. Baudelaire’den okunan birkaç dize, sayılan cafcaflı sokak isimleri, panaromik açılardan gösterilen birkaç tane karpostallık Paris karesiyle geçiştirilen kent, yaşanılan ilişkilere bir ev sahibi olmanın ötesinde anlam barındırmıyor. Bu haliyle de Paris, Paris’te geçen egzotik bir dizi bölümünden farksız kalıyor.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com